Kafama bir tuğla düşene kadar yaşamımın neredeyse tümünü İstanbul’da geçirdim.
Çocukluk.
Yeni yetme ilk gençlik ve az-biraz sonrası.
Orta yaş…
Daha daha orta yaş.
Ve orta yaşın bir kat üstüne yaklaşırken, hayatımın [ender] doğru kararlarından birini vererek, Didim Akbük’e iltica…
Aradan tam 21 yıl geçmiş.
Ancak üç gün önce istemeye istemeye tekrar o kente eşimin bir göz ameliyatı nedeniyle geçici-kısa-zor tahammül edilen cinsten ve dönüş için gün [hatta saat] sayarak zorunlu olarak dönmek zorunda kaldım.
Hemen döneceğiz… Hemen, tez günde, tez vakitte bu iğrençleştirilmiş yapıları, kaotik bir taşra manzarasına bürünmüş ve ortalama insani yapısı ile iflasın dibine çökmüş olan o bir zamanların harikulade şehrinden gerisin geriye koşturacağız. 

Misafir edildiğim evin balkonundan sokağı izliyorum.
Bu adrese gelirken geçtiğimiz sokak ve caddelerde de aynı korkutucu şeyi görüyorum.
Hayır, korkutucu değil, dehşet verici.
Evet, utanç verici görüntüler.
Ve-hep-aynı!.. Tıpkısının aynısı.
Birbirinin fotokopisi gibi sokak araları.
Aynı şey, aynı manzara.
İnsanların çektiği iki tekerlekli kocaman derme çatma arabalar.
Derme çatma plaklarla etrafları çevrilmiş, içlerine zengin evlerinin çöp kutularına attıkları kırık dökük malzemeler istif edilmiş; atıklar, atıklar, atıklar… 
Zengin evlerinin katı atıkları kanalizasyonlara gidiyor; eşya atıkları insanların çektiği iki tekerlekli arabaların içine…
Bunları tüketim toplumunun ikinci el malzemeleri olarak ayıklanacaklar, derlenip toparlanacaklar ve [dolar artışının imkân verdiği ölçüde] zam üstüne zam koyarak tüketim toplumunun cazibesine kapılmış kenar mahalle insanlarına satacaklar…
Ancak…
Bu acıklı durumun altında yatan gerçeği tespit etmek öncelikli sorumluluğumuz olmalıdır.
İstanbul’un sokaklarında sadece onlar yok.
Takkeli-cübbeli-kara çarşaflı sistemli bir süreç boyunca beyinleri çalkalanan genç genç insanlar.
Hemen iki cadde ötede kısacık şortları, belleri çıplak, sırtları cıbıldak genç kızlar, şen dullar… Saç-sakal kuaförlerinin tiryakileri olmuş komşu mahallenin genç erkekleri, emekli bolluğu, bitkin, usanmış insan çoğunluğu ve öfkeli, hırçın insanlar…
Değerli kanaat önderlerimiz bütün bu karmaşaya şatafatlı bir isim yakıştırmışlar:
*** Çok kültürlülük!..
Ve ilave ediyorlar:
*** Kültürümüz bu yoldan giderek daha da zenginleşecek…
Oysa;
Siyasal dincilik de, snop-entel söylemleri de, kültürü ve uygarlığı “modern” kıyafetlerinin içine gizlediklerini sanan tırnak içindeki aydınlarımız da bu çıplak gerçeği görmüyorlar mı:
*** Temel mesele sınıf meselesidir. Dincilik de, kültür tarikatçılığı da, etnik ayrımcılık da… Hepsi sınıf meselesinin üstünü örtmek; halkın ve özellikle de emekçilerin gerçekleri görmesini önlemek için kurgulanmış uzun vadeli stratejiler ve onlardan devşirilen kısa vadeli taktiklerdir.
Bize göre böyle.
Noktalı virgül...
Devamı gelecek sayıda.

http://www.soruyusormak.com