CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu adeti olduğu üzre hiç gerekmediği halde ortaya bir söz attı:
“Ben de 28 Şubat mağduruyum.”
Kılıçdaroğlu bunu hep yapıyor; bir ara yine “Ben Dersimli Kemal” diyerek dikkatleri üzerine çekmek istemişti.
Yine en son olarak, Güvenlik Konseyi oylamasında çekimser kalındığı için, iktidarı Rusya’yı savunmakla eleştirdi. Ortakları O’ndan geri kalmadılar; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem sunumunda sunucular sunumlarına başlamadan sloganvari cümlelerle Batı’dan yana oldukları mesajını verdiler. Hani Rusya- Ukranya (ABD,Avrupa,NATO) çatışmasında böylesine Batı yanlısı olduklarını açıkça deklare ettiklerinden hareketle, “Bunlar hepten Batı yanlısı” diyenleri haklı çıkarmış oluyorlar.  O zaman muhalefete büyük umutlar bağlayanlara deriz ki; yandı gülüm keten helva!
Neyse... 
28 Şubat, Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerini savunmak amacıyla gerçekleştirilen son ataktır.  Her ne kadar yürütülen mücadele “türban yasağı” gibi inanç eksenli öğelerle örtünmek istense de, benim gibi 70’li yaşlarda olanlar ve olayların perde arkasını analiz edebilenler teslim ederler ki, 28 Şubat, 3 eksende kararlı bir mücadele yürüttüler:
Birincisi Gladyo/Kontr-gerillaya karşı tasfiye hareketidir.  Soğuk Savaş bitmiş, İtalya, Fransa gibi Nato üyesi devletler Soğuk Savaş dönemindeki yasadışı örgütleri tasfiye hareketi başlattılar.  Bizde Kontr-gerilla diye adlandırılan Nato’ya bağlı bu yasa dışı örgütün dosyası kabarıktı; Maraş ve Sivas olayları, 1 Mayıs katliamı, 12 Mart ve 12 Eylül işkenceleri, birçok aydın ve yurtseverin öldürülmesi, ülke-içi çatışmaların tezgahlanması.  Burada ayrıca belirtmek gerekir ki, 28 Şubatçılar sola karşı organize edilen ve sonradan mafyalaşan ülkücü kesimlere karşı da mücadele yürütmüştür.  Susurluk Kazasıyla ortaya saçılanlar hatırlardadır.
İkincisi Gülen Cemaati’ne karşı bir temizleme hareketidir.  Gülen Cemaati ABD güdümünde başta TSK olmak üzere diğer stratejik devlet kurumlarına sızıyorlardı.  Amaçları Kemalist Devleti bir darbe ile yıkmak, yerine ABD’nin uydusu bir yapı oluşturmaktı.  Sonradan 15 Temmuz’da ete kemiğe bürünecek tehlike o günlerde layıkıya saptanmış ve “on bin yıllık bir mücadele” önerilmişti.
Üçüncüsü ABD-İsrail cephesidir.  ABD,Orta-Doğu’da bir “ılımlı islam” projesi peşindedir.  Projenin başında Türkiye vardır.  O dönemde ülkede siyasal İslam yükseliş trendindedir.  Ancak ABD’ye göre ılımlı İslamın iktidar olması TSK’nın “hizaya getirilmesi”ne bağlıdır.  Bu nedenle 28 Şubat’ın askersel yönü ön plana çıkmıştır.
28 Şubat yarım kaldı.  Zaten kapitalist sistemin koşulları içinde ve ona tam bağımlı haldeyken sistemin sahiplerine karşı başarı sağlamak şansı yoktur.  Siyasal İslam “kanlı mı olacak, kansız mı?” kararsızlığı içindeyken ABD, Milli Selamet Partisi’nden bir bölüğüyle iktidarı kuracak ve 28 Şubat’a karşı kumpas davaları açılacaktır.
28 Şubat’ın önümüze koyduğu görevin güncelliğini, ülkemizin halleri bize gayet açıklıkla gösteriyor.  Atatürk Cumhuriyeti’ni sürdürmek isteyenlerle Batı emperyalizmine ülkeyi peşkeş çekmek isteyenlerin mücadelesi günümüzde daha da yakıcı bir şekilde sürmektedir.  Uzağa gitmeğe gerek yok;  ABD/NATO’nun Ukrayna’daki marifeti ortadadır ve  Batı emeperyalizmini savunanlarla Rusya’nın direncinden yana olanlar  28 Şubatlarda olduğu gibi karşıt saflarda yerlerini almışlardır.