“AKBÜK PLAJI”NIN ÖNÜNDEKİ SIRAT KÖPRÜSÜ

Akbük bir tatil beldesi.
Turizm potansiyeli oldukça yüksek bir saatli bomba…
Çam derseniz var, zeytinlikler bol-kepçe.
Havası temiz, iklimi ılıman…
Hani cennet misali derler ya, o cinsten bir sırat köprüsü.
Ama…
Köprünün bir ucunda katışıksız bir halk var; öteki yakasında ise, müzmin-kronik-genellikle işsiz-vitrin meraklısı bir muhalefet çökeltisi…
Ancak köprü gidiş-gelişlere her zaman açık değil.
Kimi zaman halk yürüyor öteki yakaya, öteki zamanlarda ise, [genellikle] o yakadan bu yakaya akış var, bulaşış var…
Çok mu soyut oldu bu betimlemeler?
Evet, belki de öyle.
Ama önce teori, sonra pratik.
Önce meramımızı anlatmaya çalışıyoruz; sonra fotoğrafını çekeceğiz.
Sözünü ettiğimiz fotoğrafta Akbük’ün yeni sahil plajı görülüyor.
Boydan boya…
Şemsiyeler, ince bir kum, çok sayıda iskele-merdiven ve boylu boyunca uzanan bir kumsal…
Akbük halkı çoluk-çocuk şemsiyelerin altına serilmiş yazın, tatilin, denizin, güneşin tadını çıkartıyor.
Deniz, eskiye nazaran, hatırı sayılır derecede temiz, temizlenmiş...
Eeeee?..
Nerede “beğenme”?..
Takdir?
Alkış, falan…
Na!-mevcut.
Niye na/mevcut?
İşte açıklamaya çalıştığımız [yukarıdaki] soyut düşünce parçacıklarının somut görüntüsü işte bu na-mevcudun içinde saklıdır.
Gerçek anlamda halktan koparak çökelti haline evrilmiş olan kıskançlık duygularının, habis birer ur haline dönüşmüş bulunan hasetliklerin konuşlandıkları grupçuklar, işte bu aynı na/mevcudun içine sinmiştir.
Oysa mesele içtenliktir.
Objektif bakabilmek, görebilmek ve hoşgörü içinde anlamaya çalışmaktır. 
Neyi anlayabilmek?
Dünyayı, ülkeyi, çevreyi…
Ve en önemlisi de, kendimizi.
ki… böylece belki, kendimize gelebilelim.