Bizi takip edenler, yazılarımızı okuyanlar çok seyahat ettiğimizi çok okuduğumuzu, çok anlattığımızı, çok yazdığımızı bilirler bununla birlikte yazdıklarımıza anlattıklarımıza temel oluşturması bakımından olayları birebir yerinde görmek içinde azami çaba gösterdiğimizi herkes kabul eder.

Özellikle son dönemlerde seyahatlerimizi daha çok  başta Ege ve Akdeniz bölgeleri olmak üzere bilindik turistik yerlere yaptığımızdan bu bölgelere ulaşmak adına da süratli bir şekilde hareket ettiğimizden “acaba daha içerilerde neler var.?” sorusuna cevap bulmak adına da özel bir çaba sarf etmiyorduk.

Dünyanın ve Türkiye’nin var olan tüm bilindik markaları büyük bir çoğunluğu Ege-Akdeniz ve bizimde sınırları içerisinde yaşadığımız Marmara bölgesinde, dolayısı ile damak tadımız ve giyim kuşam ile ilgili ihtiyaçlarımızın giderilmesi adına bu bölgelerde nerede ise evimizin mutfağında imiş gibi yemek yiyor, kendi gardrobumuzdan giyecek alır gibi AVM’ lerden alış veriş yapabiliyoruz.

Geçtiğimiz Pazar sabahı erken saatlerde Ülkü Ocaklarının en başarılı genel başkanlarından Alişan Satılmış kardeşimizin vefat eden annesinin cenaze namazına katılmak ve cenazeyi toprağa vermek adına Konya ilimizim Akşehir ilçesine doğru yola çıktığımızda işin doğrusu karşılaşacağımız yol hikayelerinin de tamamen yukarıdaki gibi olacağını düşünüyorduk.

Yola birlikte çıktığımız Nusret Acur-Birol Elüstü- Burak Aytaş ve ekibe yolda dahil olan Cenk Erbil ile birlikte Normalde Sakarya ve Bilecik üzerinden seyahat edecekken, “Osman gazi köprüsünden geçelim, yoldaki Oksijenlerin birisinde damak tadımıza uygun kahveleri içtikten sonra devam edelim” anlayışı ile güzergahı değiştirmiş olduk.

Düşündüğümüz şekilde aklımızdan geçenleri hayata geçirdikten sonra İnegöl üzerinden yola revan olup Eskişehir ve Akşehir güzergahını takip etmeye başladıktan kısa bir müddet sonra akaryakıt istasyonlarının arasındaki mesafelerin gittikçe uzadığını var olan akaryakıt istasyonlarının da girdiğimizde hiç birimizin yabancılık çekmediği markalardan olduğunu gördük.

Akaryakıt istasyonları arasındaki mesafe uzadıkça araçta bulunanların tamamı “tuvalet ihtiyacımızı gidermek ondan sonra da demli birer çay içebileceğimiz ilk akaryakıt istasyonunda mola verelim” talebine cevap verebilmek adına ne kadar fazla kilometre yaptığımızı bir biz bir Allah biliyor.

Saat 10.00 civarında çaresiz adını ilk kez duyduğumuz bir akaryakıt istasyonuna yöneldik, WC’den içeriye adım atıp ihtiyaç giderdikten sonra elimizi sensörlü muslukların altına tutup yıkamayı düşünürken bırakın muslukların sensörlü olmasını suyun bile akmadığına büyük bir hayal kırıklığı ile şahit olduk.

Tuvaletlerde su yok, su olmamasından dolayı ortaya çıkan koku insanın burnunu düşürecek cinsten, “Yahu buraya sağlam girsek hasta çıkacağız en iyisi biraz daha devam edelim belki marka tanıdıklığı olan bir akaryakıt istasyonu bulabiliriz” diye düşündüysek te  bunda başarılı olamadık.

Zaten o ara Akşehir sınırlarına da girmiş durumdaydık.

Yemek yiyebilmek adına Marmara bölgesinde var olan bir markayı bulmak için epey bir mücadele ettiysek te maalesef başarılı olamadık, birkaç esnafa “Burada falanca marka lokanta var mı.? “sorumuza “Elli metre ileride esnaf lokantası var” cevabını aldık.

Güç bela yemek yedikten sonra “hadi bakalım bir kahve içelim bari orada standartlara uygun bir kafe bulabilirsek ellerimizi de yıkayabiliriz” düşüncemizi orada da gerçekleştiremedik.

Cenaze namazı ve defin işlemleri tamamlanıp Alişan Satılmış’a  veda edip ayrıldığımızda saat 15.30 olmuştu,

Var olan alışkanlıklarımızın nerede ise tamamını gerçekleştirmemiş bir şekilde geri dönüş yolunda Cenk Erbil “Araç pilotunuz benim sizi en kısa sürede evlerinize yetiştireceğim” dediğinde işin doğrusu ne anlatmak istediğini anlayamamıştık,

Cenk Erbil emniyet kemerini takıp gaza basıncaya kadar.

Akşehir’den çıkıp Bilecik sonrası Sakarya’da TEM otoyoluna ulaşıncaya kadar araç içerisinde ettiğimiz duaları bir biz biliyoruz bir Allah,

Neyse ki var olan korkularımız otoyola çıkınca müthiş bir rahatlığa dönüştü.

Araçta bulunan arkadaşlarımızın tamamı “ Ankara’yı hariç tuttuğumuzda bizde alışkanlık yaratan hayat nizamının tamamının Bolu’dan öbür tarafa gitmediği “fikrinde acıda olsa hemfikir olduk.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu bizim belki yüzlerce kez okuduğumuz Yaban isimli muhteşem eserinde

“Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin.

Bir kafası vardı, aydınlatamadın.

Bir vücudu vardı, besleyemedin.

Üstünde yaşadığı bir toprak vardı.. İşletemedin.

Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın.

O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi biti.

Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin.

Ne ektin ki, ne biçeceksin?

Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi?

Tabii ayaklarına batacak.

İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun.

Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun.

Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir,

Senin kendi eserindir.”

şeklinde hepimizi derin üzüntüler ve düşünceler içerisinde bırakan ifadeler kullanıyor.

Anadolu her geçen gün biraz daha geri gidiyor..

İçimizi acıtarak

Yüreğimizi yakarak..