Nerede ise 30 yıldır tanıştığımız ve çevresindeki herkes tarafından  “Sessizliği ve sakinliği” ile bilinen bir arkadaşımız yıllar sonra elindeki birikimlerine hanımının kolundaki bileziklerine, annesinin “kefen param” dediği gün yüzü görmemiş dövizlerinin bir kısmına birazda banka kredisi kullanarak  ayaklarını yerden kesen bir otomobil aldı.

Geçtiğimiz hafta arkadaşımız beni aradı “Abi yeni bir otomobil aldım, akşam üzeri seni alayım, hem otomobilimi görürsün hem de şoförlüğümün nasıl olduğunu değerlendirirsin, yemek yiyelim”  dediğine “ tamam” dedik,

Demez olaydık..........

Arkadaşımızın otomobiline binip karayoluna çıkıncaya kadar her şey yolunda gidiyordu,

Ancak ne zamanki ana yola çıktık, Sağdan, soldan gelen otomobil sürücüleri bizimkine yol vermeyince yada bizimki diğer araçları sollayamayınca bir anda o sessiz sakin, munis arkadaşımızın gittiğini yerine ise önüne gelen  her sürücüye en galiz küfürleri savuran aracının sağlamlığına güvense yoldaki tüm araçları kağıt gidi dümdüz edecek “Recep İvedik” modeli  bir  model ile karşı karşıya olduğumuzu anladık.

İşin başka boyutlara gittiğini büyük bir şaşkınlıkla anladığımız anda “Yahu ne oldu sana sessiz sakin arkadaşımız gitti yerine bir canavar geldi” dediğimizde birazda mahcubiyetle “ Hiç sorma bu otomobili alıncaya kadar bir sorunum yoktu, araç kullanmaya başladıktan sonra bütün huyum-suyum değişti, son derece küfürbaz, son derece saygısız bir insan oldum, inanırmısın yıllar yılı seyretmediğim Recep İvedik filmlerine şu an bayılıyorum,  Demek ki eski ben ben değilmişim, gerçek kişiliğim otomobil kullandıktan sonra ortaya çıktı” şeklinde bizi derin düşünceler içerisinde bırakan cevabı verdi.

O günden sonra kendisini Recep İvedik ile özdeşleştiren arkadaşımızın aracına bir daha binmedik, binmeye de niyetimiz yok, ancak o andan sonra toplumu biraz daha  dikkatli analiz ettik  ve gördük ki başta trafikte olmak üzere hayatımızın her noktasında herkes birbiri ile kavgalı, Herkes karşısındakinin kuyusunu kazmakla meşgul, kimse kimseyi sevmiyor, kimse karşısındakinin duygularını anlamak istemiyor.

Yazımıza başlık olan "Başkalarının hayatı" kahramı da aslında bundan başka bir şey değil

Hiçbir sürücü kırmızı ışıkta durmuyor,

Kırmızı ışıkta duran araç sürücüleri yeşil ışık yandığında geçmek isterken çok sayıda yaya vatandaş hiçbir kural kaide tanımadan yola atlıyor “Yol hakkı sürücünün ben bekleyeyim” diye düşünmüyor.

Karşılıklı sohbetler bir anda kıran kırana mücadeleye dönüşüyor, en ufak bir tartışmada ağzını açan hiç susmamacasına kendisine göre doğru bildiği ancak yanlış olma ihtimali de bulunan bir fikri sonuna kadar savunmayı bir vatandaşlık görevi gibi görüyor.

Herhangi bir siyasi partiye mensup olan bir vatandaş partisi yanlışta yapsa asla kabullenmiyor,

Bile bile yanlışı savunmakta hiçbir sakınca görmüyor,

Salı günü doğru bildiği bir mesele Çarşamba günü partisinin lideri tarafından yalanlanınca bir gün önce doğru olan mesele bir gün sonra yanlış olarak değerlendiriliyor.

Hiç kimse kitap okumuyor,

Gazete okumuyor,

konuşacağı bir mesele ile ilgili araştırma yapma ihtiyacı hissetmiyor,

gününün büyük bir bölümünü televizyon karşısında geçirdiğinden yarım yamalak duyduğu ifadeleri birleştiriyor sonrada konu ile ilgili yıllar yılı eğitim almış gibi sallayıp duruyor.

Gece sabaha kadar kendisine yakın gördüğü televizyon kanallarının karşısında bekleyen ve o televizyon kanallarına çıkan “kadrolu yorumculardan” öğrendiklerini kendisine göre muhalif gördüğü vatandaşlara “Ben İlim adamı değilim amma” diye başlayıp saatlerce süren “boş” konuşmalar yapmaktan geri durmuyor.

Yarım yamalak öğrendiği bilgileri başkalarına doğru bilgi diye anlatmaya çalışan bu aklı evveller nerede ise hayatının büyük bir bölümünü okumakla geçiren ilim adamlarını “Kitap okumuş cahil” olarak nitelendirmekten asla geri kalmıyor, Kendisine de “Affedersiniz siz hangi okulu bitirdiniz ?” diye sorulduğunda “okumakla adam olunsaydı..” diye akıllara ziyan cevaplar veriyor.

Bu çaptaki “çok bilmişler” için okumanın, tahsil yapmanın, bir konuda uzmanlaşmanın hiç bir önemi hiçbir anlamı yoktur, iki kere ikinin kaç yaptığını bilmeyen ancak dünya ekonomisini yönetmek iddiası ile asıp kesen bu ileri zekalılara hemen her köşe başında denk gelmek çoğunlukla mümkündür.

Bu saydığımız gruba mensup kitle yüzünden Türkiye şu sıralar çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır,

Avrupa ilimde/teknikte/fende hemen her geçen gün yeni mesafeler alırken bizim çok bilmiş vatandaşlarımız hemen her şeyi ata sözleri ile geçiştirmeyi çok büyük bir maharet sayarlar.

İşte yazdığımız bu sebepler yüzünden ilime/Sanata/kültüre en ufak bir saygısı olmayan, kısa yoldan para kazanmayı çok büyük bir maharet sayan, bu katkıları da iktidara gelen hemen her siyasi partide yer almakta hiçbir sakınca görmeyen kitle yüzünden her şey karmakarışık bir noktaya gelmiş bulunuyor.

Herkesin birbirini sevdiği/saygı duyduğu eğitime/tecrübeye saygı duyduğu bir noktaya doğru çok kısa bir zamanda gelemediğimiz takdirde toplum hızla Recep İvedik formatına doğru hızlı adımlarla yürümektedir.

Siyasetçiler belki bu kitleyi elinde tutmak adına onların yaptıkları densizliklere göz yummak zorunda kalıyorlar ancak her geçen gün daha da artan ve kural tanımayan bu kitle yüzünden toplumun her kesimi büyük bir dejenarasyona ve dönüşüme uğruyor.

Toplumu koşar adım sürüklenen Recep İvedik modelinden alıp karşısındakine saygı duyan, karşısındakinin hakkını hukukunu tanıyan en azından “Sevgide serbestiyet saygıda mecburiyet vardır” ilkesinin hakim kılınacağı bir yaşam biçimi sağlamak siyasetçilerin en temel görevleri arasındadır.

Sosyal hayattaki bu çarpıklaşmaya bir an önce müdahale edilmediği takdirde korkarız ki kısa bir zaman sonra en ufak bir tartışma sırasında birbirini boğazlayan bir kitle ile karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacağız ve bu durumda bizim sonumuz olacak.

Türkiye bir an önce Recep İvedik formatından çıkmadığı takdirde bugünleri de arayacağımız günlerde olacağımızı bizde biliyoruz, cümle alemde biliyor.

Başkalarının hayatına da daha geniş çerçevede bakmak lazım..