Yanıtından emin olamadığım soruların bir kısmını aşağıya sıralıyor ve yardımlarınızı bekliyorum:

İnsanları kürsünün cazibesi mi baştan çıkartıyor? Yoksa koltuğa ancak bu yollardan geçilerek ulaşılacağı konusundaki batıl inanç mı?
İnsanları aşağılara doğru ittiren egonun rutubetli olması mı? Yoksa, bu sıvı-atığın fışkırmasının bir türlü önlenememesi mi?
Makam arabasının numarasının 06’ya [örneğin-mesela Polatlı’ya kadar] yaklaşması mı? Yoksa, şoförünün kravatlı-papyonlu-fularlı olabilmesi mi?
Her-bir-şeyi bilme saplantısının yuvarladığı traje-komik biçarelik mi? Yoksa, susabilmenin erdemi hakkında hiçbir şey işitilmemiş olması mı?
Bilginin bir vitrin süsü olarak [afiyetle] yenip yutulması mı? Yoksa, erdemin bir türlü söylemden eyleme geçirilememesi mi?
Dedi-kodu hastalığının deyip-koyulacak bir silah olarak kullanılması mı? Yoksa, eleştirinin hep negatif bir araç, öz-eleştirinin ise, kişisel bir zafiyet olarak benimsenmesi mi?
Sorma, sorgulama, yadsıma, yeniden oluşturma bilincinin askıya alınasındaki sinsi çıkarcılık mı; yoksa, düpedüz tembellik, boş/vermişçilik ya da düpedüz eyyamcılık mı?
Yani kısacası “insan” olma meşgalesini yaşamın temel meselesi yapmamak [yapamamak] mıdır temel sorun?
Bir türlü karar veremiyorum.
Yani, bir türlü bi-le-mi-yo-rum-ki…

http://www.soruyusormak.com