Bilmek veya bilmemek, bilinçli varlıklara özgü bir duyarlıktır. Önemli olan neleri bildiğini bilmek kadar, neleri bilemediğini de bilmektir. Özellikle başkalarını da ilgilendiren konularda karar verme durumunda olanların; hak, yetki ve sorumluluklarını bilmeleri gerekir. Hiç kuşkusuz bu noktada “liyakat” denen şey devreye girer. Sorumluluk bilinci birazda bununla ilgilidir. Yani, birey neleri bilip, neleri bilmediğini bilmek durumundadır. Acil müdahaleyi gerektiren zorunluluklar dışında, bilmediği şeylere karışmamak en doğru olandır. Bilinçli bireyler için bu bir gerekliliktir. 
Toplumlardaki kurumlar kendi ilgi alanlarında yetkin olmak zorundadırlar. Çünkü kurumlar, karar vericiler için en büyük desteği sağlarlar. Zorunlu olarak ortaya çıkan farklı kurumların, ülke sorunlarına ilişkin çözüm önerileri, yönetenlerin yol gösterenidir. Bunun için kurumların en uyumlu bileşenleri yakalamalı gerekir. Uyumluluk en ekonomik uygulamalara olanaklar sağlar. Ülke varlıkları her konum ve koşulda ülke yararına kullanılmalıdır. Hiç kimse, babasının parasını bile sorumsuzca harcayamaz. Yani, her düzeyde harcama yapmak bir toplumsal sorumluluk gerektirir. “Ben istediğim gibi harcarım(!)” yaklaşımı, öncelikle mantıksal değildir. Hele ki, toplum söz konusu olduğunda çok daha dikkatli olmak gerekir. Bir halk söylemi ile “ Kılı kırk yarmak” gerekir.
Bilmek olgusu en büyük sorunu, bilmezler ve anlamazlar karşısında yaşar.
Bilgi sorunlar karşısında değil, cehalet karşısında çaresiz kalır.


Genellikle haddini aşma halleri toplumda hoş karşılanmaz. Kendini bilmezler(her şeye burnunu sokanlar)çoğunlukla dikkate alınmaz. Yani, had bilme ve bildirme hallerinde faili hedef alan fiilin konumu önemlidir. Had bildirenin güvenirliği tartışmalı olmamalıdır. Güvensizlik, güvene dayalı olarak üretilenlerdedir.
Haddini bilmek ne anlama gelir? Ne olduğunu, kim olduğunu bilerek; haklarının ve sorumluluğunun ayırdında ve bilincinde olmaktır. Sorumluluk bilinci bir farkındalıktır. Bu bilinç empati ile birleştiğinde daha yararlı olur. Zaten, her şeyi bildiğini sananlar ve bilemediklerinin farkında olmayanlar hadlerini aşabilirler.
“Haddini bil!” Bu bir uyarıdır ve aynı zamanda da durum tespitidir. Bu uyarı uygun zamanda ve doğru kişi tarafından yapıldığında anlamlı ve tutarlı olur. Bu konuda anımsadığım bir söylem şöyle der: “Doğruyu yanlış insana söyletirseniz, bundan doğru zarar görür!” Yani, işin özü şu; bu uyarıyı yapanlarında haddini bilenlerden olması doğaldır. Ancak o koşullarda toplumsal kabul görebilir. Doğru zamanda ve uygun biçimde yapılan bir uyarı; kişinin, kişilerin, ülkenin ve hatta dünya insanlık ailesi ile tüm yaşamdaş varlıkların yararına olur.
Pozisyon kazanmaya ve algı yaratmaya dönük uyarıların özel yararlar sağlaması olasıdır. Özel yararlar genel olarak çoğunluğun yararı ile çelişir(!) Özeller için atılan her adım, genele ilişkin alanı daraltır. Bu tür davranışlar hukuku ötelerken, adaleti zedeleyerek toplumdaki güven duygusunu yok eder. Oysa toplum(millet),güvenle ayakta durur. Haddini aşmak normalle bağdaşmaz. Normalin belirleyeni(devlet) yasa, kurum, örf ve adetlerle kuruluşlardır. Bunların belirleyenleri de alan uzmanı olan liyakatli kişi ve akademisyenlerdir. Bilimsel bilgilerin anlam ve önemini kavrayarak yararlananlar her koşulda güçlü olurlar.