“Dar gelirliler hariç…” Hariç tutulan dar gelirlilerin açılımına bir bakalım: Asgari ücret düzeyinde maaş alan on milyon çalışan. On üç buçuk(13,5) milyon emekli. Altı milyon, asgari ücretin de altında bir ücretle çalışmak zorunda kalanlar var. Çiftçi ve esnaflar da dar gelirliler kapsamında yer almaktadırlar. Peki, dar gelirli olmayanlar kimler? Müteahhitler, çok maaşlı üst düzey bürokratlar ve yandaş sermaye sahipleri; yani,” yürü ya kulum” denenler(!)  Gözde bir sınıf konumuna kavuşturulan aracılar var. Bunlarda üstü üstüne konsa, yaldızlı çemberde yer alanlar on milyona ulaşmaz. 85 Milyon varsayılan toplamdan bunları çıkarırsak, geriye kalanlar dar gelirlilerdir.
Çarklar dönüyor, üretim yapılıyor ve ihracat devam ederken, büyümede devam ediyor(!) Ne var ki, bu büyümeden sadece büyükler pay alabiliyorlar(!)Aslında paylaşımla yönetim biçimi arasında çok yakın bir ilişki var. Yönetim, yönetime demokratik katılım olduğu zaman demokratik olur. Demokratik yönetimlerde adil paylaşımdan söz edilebilir. Gerçek yaşamda adil bir paylaşım var mı? Anıl Aba 19.06.2022 tarihli Birgün Gazetesindeki makalesinde konuya şöyle açıklık getiriyor: “Bu noktada liberal paradigma bir el çabukluğuyla, neredeyse totolojik bir şekilde, pratikteki bütün ücretleri üretime yapılan katkıyla açıklar. Yani, mesela, Bill Gates’in serveti saatte 411 bin dolarlık bir getiri elde ediyor ve siz de asgari ücretli bir çöpçü olarak saatte 19 lira alıyorsanız DEMEK Kİ Gates’in toplumsal üretime katkısı sizinkinin 27400 katı… Şikâyet edecek bir şey yok, hak ettiğiniz budur. Daha fazlasını istiyorsanız, eğitim alın!” İyi, hoş da; eğitim de paralı! Yeterli bir ekonomik gücü olmayanın eğitim alma şansı yok! İşte bu nedenle cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olarak tanımlanmıştır.


Atatürk yurt dışına eğitim almaları için gönderilen öğrencilere şu telgrafı çekiyor: “Ben sizleri kıvılcım olarak gönderiyorum, sizler birer alev olarak geri döneceksiniz” demiştir. Bu gençlerin arasında yer alanlardan bazıları şunlar: Şahap Kocatopçu, Sadi Irmak, Ekrem Akurgal, Jale İnan, Afif Erzen, Suat Yakup Baydur, Vildan Aşir Savaşır ve daha birçok başarılı isim de yer almaktadır. 

Ekonomideki büyüme kavramı sancılı kavramlardan biri. Yaparken büyüyen, yıkarken de büyümüş oluyor. Sözün özü şu; iktisadı faaliyetlerin tamamı büyüme kavramı içinde yer almaktadır. Aslında istenir olan büyüme, yatırımlara ve üretime dayalı olan büyümedir ki; normal koşullarda bu faaliyetlerden toplumun tamamı farklı biçimlerde yararlanabilir. Üretim, bolluk içinde ihtiyaçların karşılanabilir olmasıdır. Yoksulluğun temelinde ihtiyaçları karşılayamama yani var olanlara erişememe hali söz konusudur. Bu sorunun aşılabilmesi için bir takım gerek koşulların yanı sıra; temel gereksinimleri dikkate alan üretimleri gerçekleştirecek yatırımların olması gerekir. Yeterli yatırımı bir kenara bırakın, üretir durumda olan tüm fabrikalar yeriyle yurduyla ve stoklarıyla birlikte satılmıştır. Özverili vatandaşların üretimle olan bağları koparılmıştır. Üretimden koparılanlarda varlıklarını sürdürmek için tüketmek zorunda olan insanlardı r. İşte o sözü edilen büyümenin temelinde aşırı tüketim yer almaktadır. Bu endişeli tüketim, güvensizlikten kaynaklanmaktadır. Eskiden bir sav sözümüz derdi ki; “Bugünün işini yarına bırakma.” Şimdi bu sözün yerine şunu söylemek olası; “Yarının alış verişini yarına bırakma!” Yarın beklenmedik bir biçimde bir fiyat artışı ile karşılaşabilirsin(!)


Ekonomi yazarı İbrahim Kahveci Halk TV’deki konuşmasında yaklaşık olarak şöyle demişti: “480 milyar dolarlık açıklanmayan bir paradan söz ediliyor. Eğer yollar, köprüler, hava alanları ve hasta haneleri devlet yapmış olsaydı, 480 milyar dolar devletin kasasında kalacaktı.” Faik Öztrak ise şu bilgiyi vermişti: “Cumhuriyet dönemi süresince tüm hükümetlerin kullandıkları para 713 milyar dolar iken; AKP’nin kullandığı miktar, 2 trilyon 631 milyar dolardır.” Daha çok para kullanılmış ama bizler yoksullaşmaya devam ediyoruz(!) “Dar gelirliler hariç” kısmında olduğumuz için olmalı(!)