“Anadolu’da İslami döneme ait en eski hastahane ve dünyanın ilk tıp fakültesi.”
    Kayseri’nin Yenice mahallesinde bulunan ve günümüzde Erciyes Üniversitesi Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan külliye, Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. GIYÂSEDDİN KEYHUSREV tarafından kız kardeşi GEVHER NESİBE SULTAN adına yaptırılmıştır.
    Gelelim Gevher sultana: Melike İsmetüddin Gevher Nesibe Hatun ya da bilinen adıyla GEVHER NESİBE SULTAN, Selçuklu Hükümdarlarından II.Kılıçaslan’ın kızıdır. Ve Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kardeşidir. 1204 yılında verem hastalığına yakalanarak Kayseri'de ölmüştür. Vasiyeti üzerine ağabeyi Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1204-1206 yılları arasında Kayseri'de inşa ettirilmiştir.
Araştırmalar göre 1890 yılına kadar şifa dağıtmaya devam etti. Kayseri'de bulunan medrese Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul ediliyor.1206'da açılan şifahiye kısmına, Nesibe Sultan'ın diğer erkek kardeşi Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus tarafından yaptırılan ve inşası 1213'de tamamlanan Tıp Medresesi eklenmiştir. 
Gevher Nesibe Şifaiyyesi ve 1210-1214 yılları arasında yapılan medresesi bazı kaynaklara göre tıp eğitimi ve sağlık hizmetini birlikte veren dünyanın ilk merkezidir. 
Gevher Nesibe Sultan’ın menkıbe haline gelmiş hikayesi şöyledir. Saray başsipahisine âşık olmuş ve ağabeyi l. Gıyaseddin Keyhüsrev evlenmelerine izin vermemiştir. l. Gıyaseddin Keyhüsrev, başsipahiyi savaşa gönderilmiş ve savaşta ölmesine neden olmuştur. Bunun üzerine verem hastalığına yakalanan Gevher Nesibe'nin durumuna çok üzülen ağabeyi ona vasiyetini sormuş, o da ağabeyine kendi hastalığının şifası olmadığını ve ölüm yokuşunda olduğunu, şifası olan hastalıkları çeken insanların acı çekmemesi ve tedavisi için kendi adına insanların ücretsiz yararlanabileceği bir şifahane yaptırmasını vasiyet etmiştir. Doktorların tüm çabalarına rağmen iyileşememiş ve ölmüştür. Gevher Nesibe'nin türbesi adına yapılan Darüşşifa’da bulunmaktadır. 
Ayrıca bu hastahanede akıl hastaları da özenle tadavi edilmiş olup tarihe geçmiştir. Çünkü Avrupa akıl hastalarını ruhlarını şeytana kaptırmış olarak gördüğünde ve onları katlederken Selçuklu müzik ve hoş kokularla burada Tımarhane denilen bölümde tedavi ediyordu.  Sonuç olarak bu muhteşem bina günümüzde Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılmaktadır. 
Bir zamanlar Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Müdürü olarak görev yapmış Prof. Dr. Ekrem Aktaş, şu bilgileri vermektedir. Selçukların şifacı denilen o dönemin doktorları tabiattan çok iyi faydalandıklarını belirtmektedir. Özellikle otlar, ağaçlar ve bitkilerden bolca ilaç oluşturduklarını yazmaktadır. Örneğin; ASPİRİNİN etken maddesi olan SALİSTİK ASİTİN, 800 yıl önce Selçuklar tarafından ağrı kesici olarak  Gevher Nesibe Darüşşifası’nda tedavide kullanıldığını dikkat çekerek, şöyle ifade etmiştir. “ O dönemde birçok bitki ilaç olarak kullanılmış. Örneğin mısır püskülü idrar söktürücü etkisinden dolayı kaynatılarak suyu hastalara içirilmiştir. Ve çiğdem bitkisinin suyunu GUT hastalığının tedavisinde kullanmışlardır. Tabii o dönemde kan değerlerini analiz edebilecekleri bir teknoloji yok. Hasanın genel durumuna göre bu bitkiler kullanılmış. Ayrıca kavak ve söğüt ağacından elde edilen SALİSİLİK ASİT ile baş ve diş ağrılarını geçirmeye çalışmışlar. Bu yılından 1800’lü yıllara kadar kullanmışlardır. Günümüzden 100 yıl önce bu madde laboratuvar ortamında sentetik olarak üretilmiş ve aspirin adıyla piyasaya sürülmüştür.  “ 
Her derde şifa olan bu aspirinin mazisine baktığımız zaman bizi 3500 yıl öncesine götürmektedir.  İnsanlık tarihinin en iyi bilinen ilacının coşkulu öyküsü 3 bin 500 yıl önce başladı. Yazılı kayıtlara göre M.Ö. 2’nci yüzyılda romatizma ve sırt ağrısı için kurutulmuş mersin ağacı yapraklarından enfüzyon yapılması tavsiye ediliyordu. Bin yıl sonra tıbbın babası Hipokrat ateş ve ağrı için reçetesine söğüt ağacı kabuğundan elde edilen suyu yazdı. Bu suda bulunan ve ağrıyı hafifleten madde salisilik asitti. Orta çağda doktorlar Hipokrat’ın bu tedavisini unuttu ancak halk söğüdü seviyordu. Bitkilere meraklı OTACI KADINLAR (o dönemin hekimleri), söğütlerin kabuklarını toplar, kaynatır, ağrı ve ateşten şikayeti olanlara verirlerdi. 
Bu yüzden söğüt ve kavak ağacının gölgesinde uyuyan kişilerin de son derece rahatlamış olarak uyandıklarını görmekteyiz. Çünkü bu ağaçların özünde bulunan salisilik asitin etkisinden kaynaklandığı bilimsel olarak ispat edilmiştir. 
Geçmişine sahip çıkarak öğren ki öz güvenin artsın. Avrupa’nın ben merkezli yalan tarihini çürütesin.