Hemen hemen her gün yüzünü [suratını/suretini/çehresini ve maalesef bedenini] televizyon ekranında mecburen gördüğüm… Ama bir tek kez bile gülüşünü [haydi vazgeçtin, gülümsemesini] göremediğim çok kişi var.
Bunların her biri [anladınız biliyorum]: Politikacı… 
Bir insan neden gülmez; yani hiç değilse gülümseyemez?
Neden çenelerinin birbirine kenetlenmesi –ne yazık ki- öfkesini, kinini ve ruhuna istif ettiği zehiri ele verir, saklayamaz, sarıp-sarmalayamaz?
Oysa bu insanlar, halkın önüne çıkmışlar, yani insanların…
Onları çekip çevirmeye, yönetmeye talip olmuşlar.
Ama, genellikle [hayır çoğunlukla] gözlerinden öfke fışkırıyor.
Yüreklerinde kin damıtılıyor.
Kavga, itiş-kakış, öfke zihinlerini kaplamış, kendi kabını kemiriyor.
Oysa bir gülebilseler.
Hiç değilse, gülümseyebilseler.
Anlatılan bir fıkraya değil; öncelikle insanlara, eğer gerçekten mevcutsa, dostlarına [mesela]…
Çirkin kahkahalarına bile razıyım ben.
Kötü sırıtışlarına da fitim…
Gülebilsinler yeter!
Oysa… Bir insanın nasıl güldüğü, terbiyesini, neye güldüğü zekasını ve bir birey olarak seviyesini ortaya koyar.
Bu türden insan yavruları, diyelim ki, zoraki de olsa gülümsediler; ama yine de, bu küçük kısa süreli gevşeyişin ardına kaçıp, saklanamazlar.
Ama yine de olsun… 
Ben kendi hesabıma buna bile razıyım.
Yeter ki, o somurtuk, kin-öfke-nefret kusan gülümsemesiz yüzler çekip gitsin televizyon ekranlarından, işlerine son verilsin.
Böylece insanlar biraz da olsa kendine gelsin.
Çünkü…
Gülümseme iki insanın arasındaki en kısa mesafedir.Demir-el’li bir eski politika esnafı bu yazıyı karalamış olsa her halde son cümlesi şöyle olurdu:
Vaa mı bunun başka bir izah tarzı?