* “Hukukun çivisi çıkmış!..”
Son yıllarda adalet kavramı hakkında adliye koridorlarında sıklıkla bu türden dedikodular duyuluyor…
Haksız mı dedi/kodu severler?
Biz oturmuş bu dedikoduya öncelik veren bir yazı yazmaya karar vermişsek eğer, haklılar.
Ama bu konuda bir suç varsa eğer, [ve mutlaka var] bu suçun faili hakkında konuşmak, o çivinin sivri ucuna dokunma riski ile burun buruna getirir bizleri…
Biz bu nedenle faili –şimdilik- bir kenara bırakalım ve suçun iştirakçilerinden, azmettirenlerinden ve sayfada yer kalırsa, azıcık da mağdurlarından söz edelim.
En tepede Anayasa var… [Var mı? Bu da ayrı bir konu]
Altında, yasalar altalta/üstüste… Bir de kanun hükmünde kararnameler [yani idari işlemler] mevcut… Yani, TBMM dışındaki bir tek-iradenin “yasal” buyrukları, sıra sıra…
Budan sonra, soğan doğra…. Gelin şimdi o soğanı birlikte doğrayalım:
İndik en alt kata… Yani hukukun uygulanacağı, adaletin somut olarak gerçekleşeceği [gerçekleştirileceği] adliye koridorlarına, duruşma salonlarına…
Orada biraz soluklanalım.
Kim var karşımızda?
* Hakim.
* Savcı.
* Avukat…
Bir de ismi lazım değil: “taraflar”; yani yurttaşlar/vatandaşlar. Sanıklar, müştekiler, alacaklılar, borçlular. Hakkı yenenler, birilerinin haklarını bir lokmada yiyip/yutanlar. Bir de eski sevgili/yeni boşanma davacısı, müstakbel dul kadın ve erkekler…
Eee, sonra…
Evet haklısınız, lafı oldukça orada burada dolaştırdık, bağışlayın… Çünkü asıl söyleyeceğimizi söylerken/söylemekteyken/tam da söylemeye niyetlenmişken… Eeee?
Eeee’si kısaca şu:
Adaletin çivisinin yerinden çıkması değil de, zaten yerine hiç bir zaman çakılı olmamasının temel nedenlerinin başında [bizce] avukatlar geliyor.
Bu satırları karalayan kişi de bir avukat… Ama, ettiği yemine sadık olmaya çalışan bir avukat. Yani, yazdıkları nedeniyle Baro’dan ceza alma riskini göze alabilecek kadar gerçek-adalete ve özgürlüğe sadık ve bağlı kalmaya çalışan bir “çocuk…”
O çocuk diyor ki; avukatlık üstüne çok güzel, süslü, özlü sözler söylenebilir.
Savunma makamı adaletin en önemli dayanaklarından biri denebilir. Avukat hakkın savunucusu, mazlumun arkasındaki en önemli güvencedir, denebilir.
Ama yaşamakta olduğumuz pratiğin içinde gerçekten bu sözlerin bir karşılığı var mıdır? 
Her şeyden önce [hakkı-hukuku-çıkarları savunulan] müvekkille olan ekonomik ilişki, yani avukatın geçimini müvekkilden elde edeceği parayla sürdürüyor olması, bu güzel ve süslü sözlerin dibini oymuyor mu? 
Avukat her şeyden önce üstüne aldığı işi “kurtarmak,” davasını kazanmak ve böylece de parasını cebine koymakla meşgul… Böyle olmak zorunda, hayat bu, dolar 9 TL… Yaşamın pratiği ekonominin kıç cebine sığmak zorunda…
O zaman nerede kaldı adalet? Neden, her türlü adalet söylevinin müsveddesinde bile üstü çizilmiş durumda… 
Hukuk böylece avukatın kişisel çıkarıyla paralel yürüyorsa eğer, “avukat”ın bu çivi meselesindeki suça iştirak durumunun üstü örtülemez. Görmezden gelinemez! Bu apaçık gerçek hakkında, “kral çıplak” diyenlere kem gözle bakılamaz…
Bütün bu nedenlerle, biz diyoruz ki, “başarılı avukat” kavramının tarifi titizlikle yeniden yapılmalıdır. Tuttuğunu koparan avukat, her türlü davayı bir şekilde kazanan avukat, dolayısıyla hali vakti yerinde olan avukat tanımları da dikkatle ve özenle yeniden sorgulanmalıdır… 
Başka türlü halkın adalete ve yargı sistemine olan güvensizliğinin önüne geçilmek mümkün olmayacaktır.. 
Aksi halde, gerçek demokrasinin ve hukuk devleti ilkesinin mekanizmalarını yeniden [mükemmelen] işler hale getirmek mümkün değildir; ve asla mümkün olmayacaktır…