Büyük olasılıkla ilk şiddete ailede tanık olunur. Aileyi sokaklar, sokağı okul izler. Okulu izleyen ise, öteki kurumlardır. Kurumlar bütünü de devlet örgütlülüğünü oluşturur.
Şiddetin en büyüğü, ötekileştirilenlere karşı, top yekûn ve planlı olarak uygulanan şiddettir. Bu tür bir şiddete verilecek olan ad soykırımdır.
Şiddetin her türlüsü kesinlikle insanlık ayıbıdır; soykırım ise, insanlığın en büyük ayıbıdır!
Bireyleri, yaşama ilişkin temel haklarından yoksun bırakmak(işsiz bırakmak, eğitim ve sağlık haklarını kısıtlamak, seçme ve seçilmenin önüne engeller koymak ve zamlarla yaşamı yaşanılmaz kılmak), sınıfsal şiddetin en yaygın biçimidir. Sınıfsal şiddet yasalar eşliğinde ve kurumlar aracılığıyla uygulanır. Her şiddet bir dirençle karşılaşır. Bu şiddete karşı yaşamın direnişidir. Bu direnişler birlikteliklere yöneldiğinde karşı şiddet ortaya çıkar. Bu nedenle şiddet şiddeti doğurur. İşte bu şiddet sarmalıdır!
Terörün bir şiddet algısı olduğunu söylemiştik. Şiddetin kurbanı kişi veya kişiler, terörünki ise topluluklar veya doğrudan toplumdur.
Terör dalga örneği yayılır. Ulaştığı noktalarda algıya dönüşür. Devlet eliyle uygulanan şiddetin adı faşizmdir ki; tarihe kanlı harflerle yazılmıştır!
Onur Eren, bir yazısında şiddeti şöyle sınıflandırıyor:
“Şiddet alanında çalışan akademisyenler, şiddeti üç sınıfta değerlendiriyor:
1- Doğrudan şiddet: Başkasına kasten zarar verme.
2- Yapısal şiddet: Toplumsal adaletsizlikler sonucunda insanlara zarar verilmesi.
3- Kültürel şiddet: Ulusal marşlar, söylenceler, şarkılar, öyküler, din, gelenekler, şarkılar kullanılan dil ve terimler ile doğrudan şiddeti ve yapısal şiddeti meşru kılan mekanizma.”

Metroda yaşanan, Senanur örneğinde tanık olduğumuz şiddet, “kültürel şiddet” kapsamındadır. Savcı Fatmagül Yörük doğal olarak yapması gerekeni yapmıştır. Ancak, içinde yaşadığımız koşullarda kelimenin tam anlamıyla alkışlanması gereken örnek bir davranıştır. Suçluyu sevk gerekçesi bunu göstermektedir:
      “Kent yaşamında insanların topluca bir arada bulundukları etkinlik alanları, rekreasyon alanları, toplu taşıma araçları ve durakları ile buna benzer yerlerin kişilerin can, mal ve cinsel güvenlikleri açısından daha emin mahaller olduğu kabul edilir. Bu yerleşik sosyal kabul ile beraber, şüphelinin eyleminin yalnızca tartıştığı müştekilere yönelik değil, o anda trende ve platformda bulunan yolcuların, hatta tüm kadınların özgürce yaşama, sokakta bulunma ve hayatlarına devam etme haklarına saldırıdır. Sokaklar, metrolar korku dolu değil, güven dolu olmalıdır. Şiddet ise önce dilde başlar, sonrasında eyleme döner, olayda en çok dikkat çeken şeylerden biri de şüphelinin küfürleridir. Küfür, şiddettir. Şiddeti yasaları uygulayarak engelleyebiliriz; kadınların yaşam hakkına sahip çıkmak ve kız çocuklarına güvenli bir gelecek bırakmak tüm toplumun asli görevidir. Bireylerin toplum yaşamının akışına duydukları güvenin örselenmesi ceza, adalet sistemi ve sosyal açıdan onarılması güç zararlara yol açacaktır."

  Savcının kararı ön alıcı örnek bir karar olarak değerlendirilmelidir. Şiddetin amacı kişisel olsa bile, uyguma ortamı(iklimi) toplumsal bir olguyu yansıtmaktadır(!) Şiddet uygulayan bilinçli olmayabilir ancak, toplumu yönetenlerin duyarlı olması gereklidir. Duyarsız yaklaşımlar ve görmezlikten gelmeler, istenmeyen sonuçlara neden olur:
   Herhangi bir gerekçe ile seçilen kurban üzerinden ötekilere mesaj verilmiş olur!
Şiddet doğrudan yönlendiricidir; terör ise dolaylı bir yönlendirici olarak işlevini yerine getirir. Bu yönlendirmenin taktik aşamaları var:
1-Korkutarak karşıt olmaktan çıkarmak.(Alışılmışı kırmak, karşıtlığı esnetmek.)
2-Tarafsızlaştırarak etkisiz hale getirmek.(Güdülebilir sıradana dönüştürmek.)

3-Bağımlı bir yandaşa dönüştürmek.(İhanetleri ödüllendirmek.)
Şiddet ve terör farklı amaçlarla ve farklı yöntemlerle uygulanır. Örneğin bir bireyin işten atılması şiddetin farklı bir biçimde ve farklı boyutta uygulanmasıdır. İşten atılan için uygulanan şiddet çalışanları tehdit ettiğinde teröre dönüşür. İşsizlik yoksulluk ve yoksunluk çağrıştırır. Gandi bu gerçeği şöyle vurgular: “Yoksulluk şiddetin en kötü biçimidir!”
Bireyin geçimini sağlaması düzenli bir gelirinin olmasıyla olanaklıdır. İşin güvenceli sürekliliği, gelirinde sürekliliğini ifade eder. İşsizlik bu güvencelerden yoksun kalmaktır. Ülkenin ve kürenin içinde bulunduğu koşulların kötü olması, etkinin şiddetini artırır. Bu nedenle fiili olarak işsizlik bir şiddet; aynı sonucun muhatabı olabilecek olan ötekiler içinde işsiz kalma korkusu bir terördür!
Bu noktada şunu söylemek pek yanlış olmaz sanırım.  Muhatap için uygulanan şiddet, ötekiler içinde terör olarak adlandırıldığında; şiddetin doğrudan ve dolaylı uygulanışına tanık oluruz. Bu uygulamalar farklı alanlarda, farklı biçimlere bürünse de şiddetin özü değişmez. Bu değişmez öz sınıfsaldır.