Ekonomi bilimi, kıt kaynakların yönetimine ilişkindir. Bu bilim dalı, sebep-sonuç ilişkisi açısından esnek değil. Kurallar her koşulda işlevlerini yerine getirir. Kişilerin konum ve koşulları ekonominin kurallarını etkilemez(!)
Mevcut kaynaklar, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için; planlı ve programlı olarak yönetilmelidir. Adil bir paylaşım düzeni, kurumlar aracılığı ile ve yasaların güvencesi altında yapılmalıdır. Karşılanması gereken ihtiyaçlar yaşama ilişkin olmalı ve önceliklerine göre sıralanmalıdır. Yaşamsal sorunlar; barınma, beslenme ve korunma olarak sıralanabilir. Bu sıralamaya sosyal ve kültürel gereksinmelerde eklenmelidir. Bu temel ihtiyaçlar demokratik olarak karşılandığı zaman, yaşam güvencesi olarak; eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik haklarının sürekliliği, kurumlar aracılığıyla güvencelere bağlanmalıdır. Kurumsal güvence dendiğinde; yasal dayanağı olan, amacı ve ilkeleri belirlenmiş olan yapılanmalardan söz edilmektedir.
Devletlerin kaynakları vergiler başta olmak üzere, mal ve hizmetlerden aldıkları, kendisine bağlı kurum ve kuruluşların gelirleri ile iş ve işlemlerden alınan karşılıklardır. Doğal varlıklar devletlerin önemli kaynaklarındandır ve bu kaynağın önde gelenide yetişmiş insan kaynağıdır. Geleceğe dönük bilimsel projelerde kaynak yaratmanın önceliklilerindendir. Bilimsel buluşlar ve sanatsal üretiler de önemli kaynaklardandır.
Normal vatandaşlar, gelirlerini dikkate alarak gider bütçesi yaparlar. Devletler bütçelerini yaparken belirleyici olan giderlerdir. Devlet, zorunlu saydığı giderlerini karşılamak için bütçe yapar. Bütçenin ideali, gelirleri dikkate alan ihtiyaç temelli hizmet bütçeleridir. Devletin temel özellikleri arasında kaynak yaratmak vardır. Gelir yaratmanın yolu, akılcı ve ihtiyaçlara dayalı yatırımların yapılmasıdır. Bir başka yol, vergilere başvurmaktır. Normal bir yapıda vergiler, varlıklar üzerinden alınmalı ve dolaysız olmalıdır. Dolaylı vergiler iz kaybettirir ve bu vergiler çoğunlukla tüketim maddeleri üzerinden alınır. Tüketim maddeleri üzerinden alınan vergiler, zengin yoksul gerçekliğini göz ardı eder(!) Üstüne üstlük bu vergiler plansız ve programsız harcanırsa ve vergiyi ödeyenlerin onayı ve denetimi olmadan yapılırsa; önüne geçilemez bir adaletsizliğin kaynağı olur.
Vergi alımı(devletin zor alımıdır), gelir dağılımındaki dengesizlikleri giderir. Vergiler vatandaşların gücüne göre olursa; az kazanandan az, çok kazanandan çok alınırsa, az kazananlara hizmet olarak dönme potansiyelini taşır. Pratikte görülen, çok kazananlara sağlanan olanakların yanı sıra, vergi borçlarının silinmesi mutlaka kamu yararına çözülmesi gereken problemlerdendir. Çünkü ödeme güçlüğü içinde olanlardan vergileri zorla alınmaktadır! Herkese ait olması gereken olası gelirler, bir kişi veya kurumun istemiyle vazgeçilebilecek olanlardan değildir! Çünkü onda, tüyü bitmedik yetimlerinde hakkı var(!)
Olanakları olanlar, tüm öteki olanaklardan yararlanırken; büyük çoğunluk, var olanlardan bile yararlanamıyor. Kaynakları bölüştürenler adil ve demokratik yaklaşımlardan uzaklaşınca, baskıcı bir sınıfsallık ön plana çıkıyor. Kavrayıcı sınıfsallık toplumun büyük bir bölümünü kucaklarken, egemen bakışlı sınıfsallık genel çoğunluğu dışlarken; küçük bir azınlığı kutsamaktadır(!) Bu nedenle mutlu azınlık kavrayıcı değil, bölücüdür. Sorunun çözümü, devletçiği öne geçirmekte değil, kamusal yaklaşımları yaşama geçirmekle olanaklıdır:
“Bu haliyle kamuculuğu, daha büyük devlet değil, daha küçük devlet olarak yorumlamak gerekir. Sermaye sahipliğini hem piyasadan hem devletten alıp halka vermek olarak da tanımlayabiliriz. Böyle bir bakış açısı demokrasiyi yeniden tanımlamak anlamına gelir. Örgütlü bir toplumu dayatır. Kurumların çalışanlarıyla birlikte yönetilmesini ifade eder. Sadece yürütme organının seçimlerine katılan halk kesimlerini değil, hayatın her alanında bir özne olarak emekçi sınıfların inisiyatifini artırır.(BİRGÜN PAZAR, OZAN GÜNDOĞDU Say,792) 
Kamuculuk, yönetimi ve katılımı dahası, denetimi olanaklı kılar ki; bu özünde demokratikliktir. Böyle bir yapı, sorun üretmek yerine çözüm üretir.