Hem yoksullaşıp, hem de itaatkârlığını sürdüren kitlelere ihtiyaç duyulur. Çünkü sermayenin yoğunlaşması, yığınsal yoksullaştırmalar üzerinden gerçekleştirilmektedir. Bu olayda kullanılacak en iyi araç dindir. Çünkü din inanmayı ve itaat etmeyi gerektirir. Normal bir birey maddi ve manevi unsurlar toplamından ibarettir. Bu toplamın mutlak değeri ise 1’e eşittir. Maddi ve manevi yanlar bileşik kaplar gibidir. Demokratik toplumlarda ve demokratikleşmekte olan toplumlarda, maddi yan yükselir. Maddi yan %60 olduğunda, manevi yan %40’ı gösterir. Baskı dönemlerinde ve krizlerin yaşandığı süreçlerde tam tersi bir görüntü oluşur. Maddi yan dibe doğru çökerken, manevi yan hızla yükselmeğe başlar. Bu olgu muhafazakârlaşma süreciyle örtüşürken, tıpkı sermaye gibi, inanç yoğunlaşmasına da neden olur. Ama sorun bununla bitmiyor. İnanca sarılarak muhafazakârlaşan kitlelerin aynı zamanda yönetilir ve yönlendirilir olması gerekir. Yani din, bazı çıkarları güvenceye almalıdır. Bu egemenlerin ve küresel sermayenin çıkarıdır. Bunu güvenceye alacak olan şey, tabir caiz ise; genleriyle oynanmış bir inanç olmalıdır. Muhafazakarlığın yıkıcılığı, kişilikleri hedef almaktadır! 

Kişilerin toplumdaki konumları yaşama bakış ve algılarıyla belirlenir. Buna kısaca ideolojik konum denebilir. Bu ideolojik konumlar belli toplumsal katmanları oluşturur. İlk diyebileceğimiz basamakta din veya milliyetçilik algıları ağır basar. Bu iki bakış az veya çok öteki konumlarda da varlığını sürdürür. Bunları muhafazakâr katman izler. Muhafazakârların konumu ülkelerinin kalkınmışlığı ile yakından ilişkilidir. Gelişmemiş ülkelerin muhafazakârları din ve milliyetçilik eksenini benimserler. Otoriterliğe yatkınlıkları ve itaatkârlıkları bu kaynaklardan beslenir. Gelişmiş ülkelerin muhafazakârları demokrattır(işler bekledikleri gibi gittiği sürece).Bu nedenle laiklik ile gelişmişlik arasındaki ilişki doğru orantılıdır. Bu savın kanıtı, yaşama ilişkin temel hakların gözetilmesidir. İnançlara ve yaşam biçimlerine karışılmamasıdır. 

Modern muhafazakârların toplumda belirleyici konumda oldukları tartışılamaz. Bu aynı zamanda ülke kaynaklarının nasıl paylaşıldığını göstermektedir. Fakat bu yan, muhafazakârlığın yıkıcılık özelliğini gözlerden kaçırmaya yaramaktadır. Dar bir kesimin çıkarları için, yığınlar göz ardı edilir. Zaten önemli olan toplumun büyük bölümünün muhafazakâr olması değil, bu kesimin iktidarı ele geçirmiş olmasıdır.  İktidarı ele geçiren kesim öncelikle ülke kaynaklarının kullanımında belirleyici olur. Erk kullanımının en önemli yanı, paylaşımın belirlenmesidir. Geçmişteki yapılarda bu güç egemenlerin elinde veya kontrolünde olurdu (o dönemlerde de sıradanlar paylaşımda söz sahibi değildi). Şimdi ise, yandaşlardan oluşan yeni egemenler bu olanaklardan sınırsız biçimde yararlanmaktadırlar. Bu süreçte yasa, kurum, kural ve ahlak gözetilmemektedir(!)  Üretkenlikle ve yatırımlarla bir ilişkileri yoktur. Bol kazançlı aracılıklarını tekel konumunda ve korumalarla sürdürmektedirler(!)  Bu süreçteki yıkıcılıkları doğanın tahribi ve kaynak kullanımı ile ilgilidir. Özgür bireylerin yaşamlarına müdahaleler de aynı süreçle kesişmektedir. İtibarsızlaştırmalarla yıkıcılıklarını sürdürürler(!) Kendi çıkarları, inançları da dâhil, her şeyin üstündedir! Levent Gültekin bu gerçeği şöyle vurgulamaktadır: “Hayat bana, dincilerin Müslüman olmadığını gösterdi!”                                                                                               İstanbul’un Kuzey ormanları yok edilince hava alanı ile ya da oto yollarla aynı varlıkları geri getirmenin olanağı yoktur. Artvin konumu gereği yer üstü varlıkları ve kaynakları, yer altındaki madenlerden daha kıymetli ve gereklidir.( Kaz Dağları için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.) Çünkü işgalci mantığıyla yapılan maden işletmeciliği, doğanın yağmalanmasıyla sonuçlanmaktadır. Maden vurgunundan sonra geride bıraktıkları mekânlarda ot bitmemektedir. Yani, sonuçta tüm varlıklarla ilgili yaşamı yok etmektedirler. Muhafazakârlığın yıkıcılığı bu noktada ortaya çıkmaktadır. 

Değişimlere karşı olan muhafazakârlar, bilinçsiz olan cahil emekçilerdir. Eskiden eğitim cehaletten kurtarmak için uygulanırdı, şimdi ise cahil yetiştirmek için etkin bir ideolojik araç olarak kullanılmaktadır(!) Yoksul emekçilerin muhafazakârlığı hem yoksulluğun, hem de varsılların varlıklarını sürdürmelerinin güvencesidir. 

 İnançlar yaşamlara egemen kılındığında, manevi muhafazakârlık öne çıkıyor. Manevi muhafazakârlık değişmezlikleri, maddi muhafazakârlık ise; kontrollü değişimleri içeriyor. Ancak, maddi muhafazakârlıktaki değişimler kaçınılmaz olarak manevi muhafazakârlığı esnetiyor. Değişimler süreç içinde dirençleri aşmanın bir yolunu buluyor. Böylece, değişimin değişmezliği hükmünü yürütüyor!