Orduların ortaya çıktığı tarihi süreç; taşınır ve taşınmaz varlıkların korunması gereğinden doğmuştur. Ulus devletlerin egemen olduğu yapılarda, sınırların belirlediği egemenlik alanı içinde yer alan tüm varlıkların korunması gerekir. Bu nedenle orduların varlığının nedeni,  varlıkların korunması gereği ile ilintilidir. Ve bu nedenle ordular varsılların hizmetindedir. Varsıllar arasındaki ilişkiler küreselleşince, ordular da küresel egemen güçlerin hizmetine girer. Yani, ordu gücün hizmetindeki, silah kullanma ayrıcalığına sahip olan organizasyondur. Ordular bu gücünü en güçlü odağın hizmetine sunar. Bu odak eskiden ülke sınırları içindeydi ama şimdi kürenin sınırları içinde…

Ulus devletlerin egemen olduğu süreçte ordular ülkeyi ve ülkenin varlıklarını savunmakla yükümlü iken; küreselleşme sürecinden sonra ülkelerin pazarları ile birlikte, kaynakları ve tesisleri de el değiştirmeye başladı. Bu fiili durum öteki kurumlarla birlikte ordularında değiştirilmesini zorunlu hale getirdi. Yenilenen orduların öncelikli görevi ülkelerde egemen kılınan mevcut sistemi savunmaktır. Eskiden de ordular sistemi savunmaz mıydı? Evet ama, eski sistemle yeni düzen aynı değil! Kuralsızlaştırma, özelleştirmeler ve emeğin haklarının budanması, yeni adı verilen düzenin kaçınılmaz sonuçlarındandır. Yoksa son belirlemede zenginlerin konumlarını koruyup güçlendirmeleri ancak, yoksulların konumlarını sürdürmeleri ile olanaklıdır. Yani, pasif itaat temel esastır(!) Ordular, yoksulların bulundukları konumlarda kalmalarını sağlamak dışında hangi varlıklarını korurlar ki? Egemenlerin elinde ordu, kendi halkına karşı kullanılacak olan en büyük caydırıcı güçtür!
Bir yerde orduya yeni görevler yükleniyor ise; egemenlerin çıkarlarını ve ittifaklarını izlemek bizi doğru adrese götürür. Her yeniden düzenleme bir yeniden paylaşım dayatmasıdır. Toplumsal güçler paylaşım oranlarını belirler. Emek, örgütlü gücüyle bu sürece katılmaz ise, bu süreçlerden onlar için olumlu sonuçlar çıkmaz!
Orduların giderlerinin finansmanı sermaye tarafından sağlanmaz; sermayeyi de finanse eden emekçiler tarafından sağlanır! Bu somut olgu, hizmetten yararlanan bedelini öder kuralı ile çelişir! İnançla ilişkili finansman açmazı da benzer bir örnektir. Sadece tüketen bir ruhban ordusunu beslemenin kimlere ne gibi yararlar sağladığı tartışmalıdır. Öte yandan; şiddetin finansmanı, sermaye açısından sürekli olarak gözden geçirilmesi gereken bir konudur.
Egemenlerle birlikte yönetenler, ülkelerinin varlıklarını, ülke yoksulları ile değil; kürenin zenginleriyle paylaşmaktadırlar. Küresel bağlamda bu olması kaçınılmaz gözüken bir olgu ancak, olması gereken değil! Bu nedenle ulusun egemenleri tercihlerini kürenin egemenlerinden yana ve sınıfsal olarak kullanmaktadırlar!
Devletin ordusu ile milletin ordusu her zaman birebir örtüşmez. Ordular normal koşullarda devletlerin olmazsa olmaz aygıtlarındandır. Devletin ordusu millet ile bütünleştiğinde ancak milletin ordusu niteliklerine kavuşur. Bunun en tipik örneği, ulusal kurtuluş süreçleridir. Hiç kuşkusuz, orduların temel kaynağı millettir. Ulusun varlığı tehlikeye girdiğinde, sadece kurtuluş mücadelesine karşı olanlar dışında, yediden yetmişe her birey ordunun temel elemanıdır. Böyle bir süreç, devletle milletin ordusunu aynı kılabilir.
Kurtuluşun ardından gelen süreçte, devlet ile milletin ordusu arasındaki mesafe açılmaya başlar. Bu yabancılaşma tamamen çıkarların savunulması ile ilişkilidir. Örneğin; ülkenin varlıklarını yabancılara satanların çıkarları ile ülke emekçilerinin çıkarları çelişir. Stratejik öneme sahip olan varlıklar(TÜRK TELEKOM, limanlar, şeker fabrikaları, madenler, araziler, Tank Palet Fabrikası vb.) satmak, ülkenin emekçilerinin yararına değildir! Buna karşın, orduların, iktidarların politikalarını savunur konuma düşmesi, milletle karşı karşıya gelmesine neden olabilir.
Ülke varlıklarındaki ortaklık, vatandaşlığın ve birey olmanın temel koşullarındandır. Ülkenin tüm varlıklarının sahibiymiş gibi tasarruflarda bulunmak hiçbir koşulda demokratik değildir ve aynı zamanda temel hakların ihlalidir(!) Varlıkların ortaklık hakkı, aynı zamanda yönetime katılma ve yönetimde söz sahibi olma hakkıdır. Kendi kendini yönetebilmek, bu hakların en önde gelenidir. Bu nedenle cumhuriyet gereklidir; bu nedenle laiklik olmazsa olmazlardandır.