Yasalar ve kurallar, yönetenler açısından uyulmak için değil, muhaliflere karşı kullanılmak içinmiş gibi bir görüntü sunmuyor. Böyle bir durumda yasalar önünde eşitlikten söz etmek güçleşir. Oysa yasalarda bir genel geçerlilik ilkesinin olması gerekir. Genel geçerliğin en önemli çıktısı, yasalar önünde eşitliğin sağlanmasıdır. Bu güvenirlik, öngörülebilirliğe olanak sunar. Öngörülebilirlikle özgürlüklerin ve üretkenliğin çok yakın bir ilişkisinin olduğunu söyleyebiliriz. Tanığı olduğumuz olaylar için yasallıktan, bilimsellikten ve akılcılıktan söz etmek zor gözükmektedir. Zenginlere sağlanan gelir güvencesi ayrıcalığının faturasını, dar gelirliler, yoksullar ve işsizler ödeyecek. Bu koşullarda yoksul vatandaşları kim savunacak? Oysa Atatürk; “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir.” demişti. Kimsesizler, kimsesiz mi kaldı?
Sorusu olmayanın gerçeği az olur.
Soru sormak, öğrenmenin ön adımıdır. Sormak öğrenmek, öğrenme bilgilenmek demektir. Bilgi ise, her koşulda güç demektir. Soruların yaşamla olan bağı; bilgiye erişenlerin, yaşam kalitesinin ve refah düzeyinin yükseldiğini gösterir. 
İnsanlar her an, her şeyi bilme olanağına sahip değildir. Buna karşın, bilgiye erişim hakkı, temel haklardandır. Bilgiye erişmek için, öğrenmek istediğimiz şeylerle ilgili olarak sorular sormamız gerekir. Bireylerin soru sorması da temel özgürlüklerdendir. Bu temel insan hakkının gerçekleştirilebilmesi için; özgürce soru sormak ve sorulan soruların doğru yanıtlarına erişmek gerekir. Bu gereklilik demokratik ülkelerde sorun olmayabilir. Özellikle özgür basın, doğru bilgiye erişimde olmazsa olmazlardandır. Özgür olmayan basın, özgürlüklerin önündeki en büyük engellerden biridir. Yanlışları doğru gibi, olmayanları olmuş gibi(imaj), istenmeyenleri beklenen ve istenen gibi gösterebilirler(!) Bütün bu olumsuzluklara karşın, yaşamın olduğu her alanda, gerek duyulan sorular sorulmalıdır. Aynı zamanda en az, yanlışlarını milletin gözünün içine bakarak savunanlar kadar, doğruları savunmak en öncelikli görevlerdendir. Varlıkların çok kısa bir süre içinde el değiştirmesi için dumanlı havayı yaratanlar kimlerdir? Küçük birikimlerin büyük limanlara akmasını kim sağlamıştır? Üç aylık bir süre içinde doların 8 liradan 18 liraya çıkmasını kimler ve neden sağlamıştır? Bu oluşumu önceleyen bir planlama yapılmış mıdır? İçten bilgilenme gibi bir kuşku geçerli midir?
Doları ve altını cazip bir yatırım aracına dönüştürünce, dar gelirlilerin küçük birikimleri bu araçlara yönelmiştir. Tırmanma sürerken, keskin bir “u” dönüşü yapılarak, küçük birikimlerin büyük bölümü tasarrufçuların ellerinden alınmıştır. Üstelik bu işlemler, bankaların kapalı olduğu saatlere denk gelmektedir. Küçük tasarruf sahiplerinin herhangi bir işlem yapabilmeleri söz konusu değildir. Küçük tasarruf sahiplerinin bu dolambaçlı yollardan düzlüğe çıkabilmeleri mümkün değildir. Servetin el değiştirmesi, büyük bir kırılmayı işaret etmektedir.
Dolar yükselirken kazananlar, bu seferde düşerken kazanmışlardır. Yaklaşık olarak varlıklarını ikiye katlayanların kazandıklarını güvenceye almak için formül bulunmuştur. Dövizden liraya çevrilen hesaplar için, bazı koşullarla kur garantisi verilmiştir. 
Sözcü Gazetesi yazarı, Necati Doğru’dan alıntıyla yazımızı noktalayalım:
“Zaman da ne kadar acımasız: Çok değil bir hafta önce Cumhurbaşkanı konuşuyordu. Dolar, köpüre köpürte yükseliyordu. Bugün Maliye Bakanı konuşuyor. Dolar, fazlalık ata ata düşüyor.
Bu nedir?
Nedendir?
Bilebilseydim.
Gece zengini olurdum (!)