Rüzgara karşı gidebilme cesaretleri yoktur.
Azim, direnç, yeterli güç, na!-mevcuttur…
Eski dilde “keenlemyekun” derler; yani bunların hiçbiri, hiçbir zaman olmamıştır.
Duruma göre, ortam uygun düştüğü miktarda çift yüzlüdürler, üç-yüzlüdürler, dört yüzlüdürler… hatta beşe, altıya kadar çıkabilirsiniz… 
Ama yüz aynı kekremsi yüzdür.
Rüzgar kuzeyden estiğinde dümeni güney kırıp, yelkenlerini şişirirler…
Güneyden esti mi, kuzeye… Doğudan esti mi, batıya… 
Rüzgarın hep arkalarından gelmesini yeğlerler. İşlerine böyle gelir.
Ama bu işin sonu yoktur, gidişin menzilini çıkar pusulası belirler.
Bir de vitrin, kürsü, poh-poh, yağcılık, krema severlik…
Peki ya güney-batı, hani mesela kuzey-doğu, keşişleme, imbat, yıldız poyraz esti mi, durum ne olacak?
Dümen ellerinde oldukça pek sorun yoktur. 
Bir de türküsü vardır bu sürüklenişin:
-Kır belini Ali dayı, kır belini-kır-kır…
Kaptan’ın adı Ali değil, belki Veli, belki de zır delidir…
Ama… 
İşte bu nokta, hala okumaya devam ettiğiniz bu yazının en “muamma” kısmıdır…
Yelkenden anlayanlar için konuyu anlaşılır kılmak basit:
-Bunlar hiçbir zaman “orsa” gidemezler.
Rüzgarın gücüne egemen olup, teknelerini istedikleri yöne doğru götüremezler.
-Dümen suyu, şeklinde bir deyiş vardır, tıpkı onun gibi, işte sürekli o çizginin kenarından seğirtip dururlar.
Ayrıca kaptanın da fazla bir kabahati yoktur.
Çünkü orsa gidebilmek için, teknenin direğinin, yani omurgasının güçlü, eğilmez, dimdik olması gerekir.
Tüm rüzgarlara karşı dim-dik!
Şiddetli fırtınalara rağmen dim-dik!.. Olması gerekir.
Kaptan akıllıdır.
Gücüne göre ve ancak o oranda kahramandır.
Bilir ki, orsa’ya cüret etse, kırılıverecektir omurga…
Eğilmekle yetinmeyecek, tam ortasından çatlayacaktır.
O zaman, kaptanın aklı neyi gerektirir?
Dümen suyunda, ağır ağır, rüzgar nereden eserse o yöne doğru ilerlemeyi gerektirir.
Tamam mı, sevgili deniz, dalga, rüzgar, fırtına, falan filan sevenler?
Sancak alabanda…
Yelkenler fora!..
Ne türden bir yolculuktur bu, “betimleyeniniz” oldu mu, soruyorum?
Hani şöyle teknenin “kıç” tarafına kurulup, mabadımızı bordanın ters yüzüne yaslayıp, caka satmaktan başka yapacağımız bir şey yok mudur; soruyorum…

Psikolojiden vazgeçtik, hiç değilse pedagojinin pış-pış’ladığı bir toplum olmaya kaç kulaçlık emek gerekiyor, onu da soruyorum…