(“ Her şey kötüye gittiğinde, kendine bir tatil ısmarla”. ; B. Williams)

(“Gezgin bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder.” – Goethe)

(“Yaşamdan kaçmak için değil, yaşam bizden gitmesin diye seyahat ederiz.”Anonim)

“Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir.” – Bosna Atasözü)

***

Önce bir bilmeceyle başlamak istiyorum yazıma... Önce dört ayaklı sonra iki ayaklı daha sonra da üçayaklı olan canlı nedir? Siz bu sorunun yanıtını düşünürken, konumuza bir giriş yapmaya çalışalım.

İnsanoğlunun ataları sürüler halinde Afrika’nın savanlarında yaşarken, düşmanlarını görebilmek ve tehlikelerden kendini koruyabilmek için; dört ayak yerine iki ayakları üzerinde dikilerek bir avantaj sağlamaya çalışmıştır... Uzak alanları daha iyi görebilme merakı ve tutkusu süreç içinde ona iki ayağı üzerinde durmayı ve seri olarak da yürümeyi ve de koşmayı öğretmiştir… Düşünsel-beyinsel- evrimin yanında iskelet sistemindeki bu evrim de insanoğlunun atalarının iki ayak üzerinde durması “Bipedalizm”olarak adlandırılmıştır. (iki ayak üzerinde dik duruş ve hareket biçimi) Günümüzün insanı “Homo Sapiens” olarak adlandırılırken geriye doğru atalarımız da Homo Habilis (Becerikli İnsan) Homo Erectus (Ayağa kalkmış İnsan) Homo Neandertal gibi milyonlarlarca yıl geriye gidiyor akrabalığımız… Görüldüğü gibi atalarımız Homo Erectus ile iki ayakları üzerinde yürümeye başlamışlar… Sevelim sevmeyelim maymunlar grubunun birer üyesiyiz. Yaşayan en yakın akrabalarımız da şempanzeler, goriller, orangutanlardır. Şempanzeler bize en yakın olanıdır.

İnsanoğlu’nun iki ayaklarının üzerinde duruşuyla ileriye doğru ilk hareketi-yürüyüşü- evrimsel dayanağı olan bir devrimdir... Yürümek eylemi insanoğlu için sadece bir iki adım atmasıyla başlayan bir eylem değil aynı zamanda düşünsel bir eylemin ve evrimin de kendisidir...

İnsanoğluna Tanrı “yürü kulum” dedikçe o da hep yürümüş ve yürüdükçe merak ve hayret duyguları daha çok gelişmiş. İnsanoğlu bu sayede yeni yerleri keşfetmenin de hazzına varmıştır… Merak, hayret ve haz duyguları, insanoğlunun Afrika’nın savanlarından tüm Dünyaya yayılmasına neden olmuştur… Bu duygular, dur durak dinlemeyince, bu hız onları Ay’a ve Gezegenlere kadar götürmüş durumda…

Tarih derslerimizde hep anlatılır durulur ya… Türkler’in, Orta Asya’dan kuraklık yüzünden göç ettiği… Oysa bunun tam olarak böyle olmadığı, Türklerin değişik yerleri görmek ve fethetmek duygusunun ağır basmasının göç etmeyi kamçıladığı da artık bilimsel olarak seslendiriliyor… Bugün insanlar kutuplarda, çöllerde yaşıyorsa bunun temel nedeni de insanoğlunun gezme, seyahat etme, değişik yerleri görme merakındandır… Turizmin gelişmesinin yaygınlaşmasının temelinde de İnsanoğlu’nun merak, hayret ve haz duygularının birlikteliğinin bir itici gücünün olmasındandır…

Felsefe sorgular, sorgularken de tüm önyargılardan, dogmalardan sıyrılarak bunu yapar. Konuların kökenine dibine kadar inmeye çalışır. Bunu yapabilmesi için de özgür düşünceyle elde edilmiş bilgi birikimine ve özgür aklına ihtiyacı vardır…

Felsefe bir ölçüde de soruyu sorabilmektir. Biz de bu ön girişten sonra turizm üzerine sorgulamalarımıza devam ederek sorular üretmeye çalışalım…

İnsanoğlu’nun gezme, seyahat etme, yeni yerleri görme ve değişik şeyler öğrenme tutkusu hep var olmuş ve olmaya devam ediyor… Dünya halkları, gezmeninin, seyahat etmenin kültürel, ekonomik boyutlarıyla turizm sektörüne dönüşmesini süreç içinde hep gözlemlemiş ve bu yönde görüşlerini düşüncelerini özlü sözlerle ortaya koymuşlardır... Bu sözler Atasözleridir ve çağımıza uysalar da uymasalar da, değişimlere uğrasalar da yine de önemli ipuçlarını ve anlayışlarını ortaya koyar… Şimdi, turizmle ilgili düşüncelerimize katkı sağlaması düşüncesiyle, Dünya Atasözlerinden derlediğim bu örneklere bir bakalım.

*** Sadece gezen yeni yollar keşfeder. ( Norveç)

*** Dağların arkasında da insanlar yaşar. (Rus ve İspanyol)

*** Akıllı gezgin, kalbini evinde bırakır. (Afrika)

*** Nepal’i görmeden ölme. (İtalyan)

*** İtalya’da doğ, Fransa’da yaşa ve İspanya’da öl…( İspanyol)

***Gezmek, görmektir. (Afrika)

*** Gez Dünya’yı gör Konya’yı. (Türk)

*** Oğlunu seven gezmeye gönderir. (Japon)

*** Granada’yı görmemişsen, hiçbir yeri görmemişsindir. (İspanyol)

*** Çocuğunu çok seviyorsan, seyahate gönder. (Hint)

*** Milan, İtalya’nın beynidir… (İtalyan)

*** Soğuk, Rusya’nın kolerasıdır. (Estonya)

*** Doğduğun yer değil, doyduğun yer senindir. (Türk)

*** Her horoz kendi çöplüğünde öter. (Türk- İngiliz)

*** Her ülke bir vatandır. (Yunan)

*** Ne kadar çok köy, o kadar çok gelenek…(Alman)

*** Doğu batı en güzeli evin… (İngiliz)

*** Ülkenin dumanı, yabancının ateşinden iyidir. (İzlanda)

*** Kendi eşeğin, yabancının atından iyidir. (Arap)

*** Halın nereye seriliyse, evin orası… (İran)

*** Uzakta ne arıyorsun, her şey senin yurdunda. (Moğol)

*** Yabancı yerde, köpek bile yedi yıl havlamaz. (Berberiler)

*** Çok yaşayan çok görür, çok gezen daha çok görür.” ( Arap)

*** Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir. (Bosna)

Sizlerinde okuduğu gibi Atasözlerinin önemli bir kısmı günümüze uymayabilir, çelişebilir. Bu şu anlama geliyor. İnsanoğlu değişiyor ve bu değişim de süreklidir. Gezmeye- seyahat etmeye, turist olarak bulunmaya yönelik istekler, arzular, beğeniler de değişiyor… Günümüzde kendini yenileyemeyen turizm şirketlerinin geleceği yoktur diyebiliriz… Turistlerin ne istediğini, isteklerinin hangi yöne evrildiğini bilmek ve kestirmek gerekiyor… Bunu yap(a)mazsanız modaya uyarak yaptığınız büyük yatırımlar atıl kalmak zorunda kalır… Turist kendinde olanı değil de olmayanı görmeyi arzular. Pierre Bernardo’nun; “Seyahat etmek evrim geçirmektir.” Dediği gibi…

Bir zamanların yaygın uygulaması olarak “herşey dahil” seçeneğine artık turistler ilgi göstermiyorlar, kendilerini hapsedilmiş gibi algılıyorlar… Gittikleri tatil beldelerinden obez olarak dönmek istemiyorlar… Turistler gittikleri yerleri her yönüyle öğrenmek, bu öğrendiklerinden çıkarımlar yapmak istiyorlar. Emile Zola’nın; “Hiçbir şey zekâyı seyahat etmek kadar geliştirmez.” Dediği gibi… Günümüzün turisti macerayı, heyecanı, farklıyı seviyor. Helen Keller gibi “Hayat ya cesur bir maceradır ya da hiçbir şey!” diyor… Turist, bir yere gitmiş olmak için gitmiyor. Gittiği yeri keşfetmek, duygu ve düşüncelerine bir şeyler katmak için gidiyor. Goethe yıllar önce bunu görmüş ve “Gezgin bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder.” Demiş.

Kriz dönemlerinde veya insanların psikolojik sıkıntılarıyla boğuştuğu günlerde seyahate çıkma isteklerinin arttığı ve bunun da tedavi edici olduğu bilimsel verilere de yansımıştır… Kriz dönemlerinden sonra turizmde bir canlanmanın olması da bundandır. Aynen; B. Williams’ın“Her şey kötüye gittiğinde kendine bir tatil ısmarla.” Dediği gibi…

Gezmek, psikolojimize, felsefi düşüncelerimize, barışa, dostluğa da önemli katkılarda bulunur. Gustave Flaubert’in“Gezmek insanı alçakgönüllü yapar. Dünyada aslında ne kadar da küçük bir yer kapladığımızı görmüş oluruz.” Sözü gibi…

Günümüzde her ülke, farklı bir şekilde Turizmle içli dışlıdır. Bu yönde önemli politikalar geliştirirler. Turizmin ekonomik katkılarını çok önemserler ve turist çekmek için felsefi bir anlayışın içinde olurlar…

Öncelikle turizmlerinin geçmişini, yapılan hataları, diğer ülkelerin hatalarını da mukayeseli olarak masaya yatırırlar ve bundan önemli dersler çıkarırlar. Özellikle günümüz insanının çok önemsediği ve karşı duruş sergilediği çevre sorunlarına karşı da çözümler üretmeye giderler. Çevre sorunu yaratacak yatırımlardan uzak dururlar… Ülkelerinin doğal, kültürel ve tarihsel dokusunu koruyucu çalışmanın içinde olurlar…

Turistlerin ne istediği bilir, bu yönde bilimsel çalışmalar yaparlar… Turizm sektöründe çalışan elemanlarının çağdaş anlamda eğitilmesinde programlar geliştirirler.

Gezmenin, seyahat etmenin elbette bir ekonomik faturası vardır. Öncelikle insanın gezmeyi, seyahat etmeyi istemesi gerekiyor. Bosnalıların dediği gibi “Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir.”

Bizde eşikten atlayalım artık…