Akbük’ün tanınmış sakinlerinden “Hacı” lakaplı İbrahim Yılmaz vefat etti.  Akciğer kanseriydi.  Sıgarası elinden düşmezdi.  Son yıllarda tehlikenin ciddiyetini kavradı, birkaç kez sıgarayı bırakmayı denedi.  Başaramadı. Alışılmış söylemle;O sıgarayı bırakamadı,ancak sıgara O’nu bıraktı.
Ölümünden birkaç gün önce bastonuna dayanarak Şükrü’nün Kahvesi’ne geldi.  Karşılamaya davranırken yere yıkıldı.  Kaldırdık, bir masaya oturttuk. Bitkindi,gözlerinin feri gitmişti.  Ancak olabildiğince sakindi.  Uzun süre tedavi görmüş, doktorlar umut kesince evine yollamışlar.
Çaylarımızı yudumlarken 1 ay önceki konuştuklarımızı düşündüm.  Değerli bir arsasına talip olunduğunu, istediği fiyata yaklaşıldığını söylüyordu.  Az buz değil,trilyonlardan söz ediyordu.
Yine düşündüm: trilyonlardan hevesle bahseden dostumun sayılı günleri vardı.  Şu insanoğlu ne garip, “hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor.” Oysa gelmiş geçmiş düşünürler,ozanlar ve de arifler “Yalan Dünya” demişler, yaşamın geçiciliğini vurgulamışlar.  Biz yine de dünya nimetlerinden, servetten,mal-mülkten kopamıyoruz.  Öyle ya, “mal canın yongasıdır” diye boşuna dememişler.
Öyle olmuyor; genelde mal, canı yonta yonta yok ediyor.  Edinilen değerler çoklukla onu kazananın yaşamına hasredilmiyor.  Tersine kişi kazandıkça mala olan düşkünlüğü artıyor, giderek daha az harcama yapıyor, kendisi ve yakınları için.  Bizim Hacı da öyleydi;yıllar yılı eskimiş,rengini yitirmiş bir ceketle gördüm, hep.Söylemenin tam vaktidir;trilyonların olsa ne yazar,bundan gayri.
Duygusaldı,bizim Hacı.  Kötü sözü hiç götüremezdi.  Yüreğinde bir çocuğun duygusallığını taşırdı. O’nu iyi tanıdığımdan yıllar boyu beraberliğimizde incitici ne bir söz söyledim,ne de bir davranışım oldu.
İyi adamdı,bana göre. Işıklar yoldaşı olsun.