Bu kavramların ilgili yasalarda tanımlandığı bilinmesine karşın; zorlanan değişimlerle birlikte bazı anlam kaymaları veya yeni anlamlandırmalar olabilmektedir. Toplum ileriye doğru gidiyorsa, yeni anlamlandırmalar sosyal içeriklerle donatılır. Yani değişimler dile ve iletişime katkı sunar hale gelir. Toplum kasıtlı olarak eteğinden geriye doğru çekiliyor ise; içeriklerde anlam kaybı kaçınılmaz olur. Millet olma hali sürdürülemez ise, sapmalar ve özden uzaklaşmalar kaçınılmaz olur. Aynı toplumda yaşıyor olmamıza karşın, ana dilde yabancı dille konuşur hale geliriz ki, bu koşullarda anlaşıp uzlaşmamızda zorlaşır! Böyle bir konum sadece çıkarcıların işine gelir(!) 

Anlamlandırma, bilgilenmeye dayalı bir algı sorunudur. Yaşamımıza giren sözcüklerden aynı şeyleri anlıyor muyuz? Bir sözcükten aynı şeyleri anlama yüzdesi ne kadar yüksek ise; o toplumun bilgi ve kültür düzeyi o kadar yüksektir. Dil ortaklığı, millet olmanın önkoşullarındandır. Sorun şurada; millet olmayı pekiştirerek sürdürecek miyiz, yoksa özümüzden uzaklaşarak benliğimizi kaybedecek miyiz? 

Yaşamın hizmetinde olan ve iletişim sorunlarını çözen her dil, ona sahip olanlar için değerlidir ama kutsal değildir. Dili önemli kılan insanlığa sunduğu katkılardır. Dilin bir inancın iletimine aracılık etmesi onu kutsal kılmaz. Dili önemli kılan, onun arkasındaki kültür birikimidir. Kültür, insanlığın ortak değeridir. Bu ortak değer ne kadar çok alana yayılıyor ve kabul görüyor ise, o oranda kendini kabul ettirmiş olur. İletişim aracı olan her dilin, insanlara sunabileceği birikimleri olmalıdır. Bu nedenle diller, insanlığın titizlikle sahip çıkması gereken hazinelerdir. Bütün bu değerlere ancak bilim ve bilinçle sahip çıkılabilir. 

Yanlış, bilmeden ve istenmeden yapılan şey olarak tanımlanabilir. Böyle bir hata anlaşıldığı veya uyarıldığı an değiştirilebilir. Bu gibi durumlarda ısrar söz konusu değildir. Farkına varıldığında vazgeçilen davranış veya uygulamalar, hoşgörü sınırları çerçevesi içindedir. Yanlışın farkına varıldığında veya uyarıldığında yanlışını sürdürmek, hata veya yanlış olmaktan çıkar! 

İlkelere, kurallara ters düşen eylem veya karar, gerçeklikle uyuşmayan, bilimsel olmayan, akılla ve mantıkla uyuşmayan istem ve beklenti veya davranışlar, hata sınırlarının dışına çıkar. Hata, kasıtlı olmayan yanılgı; istemsiz yanlıştır ki, bu gibi hallerde uyarılar dikkate alınarak gerekli düzeltmeler yapılır. Hata, tam olarak bilmeden veya kasıt olmaksızın gerçek bulgulardan sapma ya da işlem yanlışlığıdır. 

Kusur: Eksik, noksan, özürlü, gerektiği gibi olmayan, özensiz, gerekli önlemleri dikkate almayan, baştan savma. Dikkatsizlikler genellikle bünyesinde kusur barındırır. 

Kasıt: Bilerek, isteyerek ve tasarlayarak zarar vermek kasıt olarak tanımlanır. Yasa, kurum ve kuralları hiçe saymak seçeneksizlikten değilse; düpedüz meydan okumadır(!) Haktan sapmak, gerçeklikten kopmak fiilleri ancak kasıtla açıklanabilir. Kişisel çıkarlarını güvenceye almak için, kamu yararını ve ülke çıkarlarını görmezden gelmek(!) Bir ülkenin zenginlik kaynaklarını(insan kaynağı dâhil) gerektiği gibi değerlendirmemek. Çıkar temelli kirli anlaşmalar yapmak. Hukukun üstünlüğünü yok sayarak, liyakatin yerine sadakati tercih etmek. Paylaşımlarda ayrımcılık yaparak, ülke bütünlüğünün parçalanmasına neden olmak. Kişisel çıkarlarını ülke çıkarlarının önüne koymak. Yetkilerine dayanarak, dar bir grubun çıkarları için ortam hazırlamak ve onları ayrıcalıklarla donatmak. Bütün bunlar kasıt içermektedir. Bu tür kasıtlı eylem ve işlemler uzun süre sürdürülemez! 

Yanlış, sadece onu uygulayan ile sınırlı kaldığında; ders alınacak bir olaydır. Hata, dikkatli olma konusunda uyarıcıdır. Kasıt için bunları söylemek mümkün değildir! Çünkü toplum, bilerek, isteyerek ve planlanarak uygulanan uygunsuzluklarla karşı karşıya kalır. Toplumu bölen, ayrıştıran ve hatta karşı karşıya getiren bu eylemler yıkım demektir! 

Yoksulluk, eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin en büyüğüdür! 

Yoksul insan, ihtiyaç içinde olan insan değil; hakkını alamayandır!