Kayıplarımızın büyük bir bölümü sorunlarımızı bilimsel yöntemlerle çözememekten kaynaklanmaktadır. Kaza denen şey; ilgisizliktir, bilgisizliktir ve önlem almamaktır. Olayları oluruna bırakanlar ve çözümleri başkalarına bırakanların yakınma hakkı yoktur. 

Yanlış teşhisler ve yanlış çözüm çabaları büyük kayıplar vermemize neden olmaktadır. Yılmaz Güney bu yaklaşımlar sonucunda kaybettiklerimizdendir. 9 Eylül 1984 yılında kaybettiğimiz Yılmaz Güney sadece Türklerin ya da Kürtlerin kaybı değil, öncelikle sinema dünyasının ve dünya insanlık ailesinin büyük kayıplarındandır. Vikipedi, Güney ile ilgili olarak aşağıdaki bilgileri veriyor: 

“Yılmaz Güney, 1972 yılında "devrimcilere yardım ve yataklık yaptığı" gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. Yılmaz Güney içeride kaldığı süre boyunca sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini; şiir ve öykülerini o dönemde çıkarmaya başladığı Güney dergisinde yayınlamıştır. 1974'te cezaevinden çıktı. İki yıldan fazla cezaevinde kalan Yılmaz Güney aynı yıl Arkadaş filmini çekti. Yine aynı yıl Endişe adlı filmi çekerken Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu'yu öldürmekten tutuklandı ve 25 Ekim'de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılamaların sonucu 13 Temmuz 1976'da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.[3] beş yıl hapis yattıktan sonra 9 ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta yarı açık cezaevinden yurtdışına firar etti. Yılmaz Güney'in hapisten kaçış serüveni çok ilginçtir; hapise girmeden önce çekmiş olduğu Şeytanın Oğlu filminde bir günlük bayram izininde dışarı çıkan ve kayıplara karışan bir adamın hikayesini anlatan Sanatçı, filmi kendisi oynamış oldu. Bir günlük izin ile hapisten çıkarak Fransa'ya kaçtı ve yaşamının geri kalanını orada geçirdi. [4] 

Cezaevinde sinema ile olan ilgisi devam etti. Bu dönemde yazdığı Zeki Ökten tarafından çekilen Sürü ve yurt dışında ve yurt içinde büyük ilgi gören ve Şerif Gören tarafından Yol çekildi. Cezaevindeyken GÜNEY adlı bir sanat-kültür dergisi çıkardı. Yol'un kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali'nde ödül aldı[5]. Yurt dışına kaçtıktan sonra Duvar filmini Fransa'da çekti. Duvar onun son filmi olmuştur. 

1984'te Mide kanserinden ölen Yılmaz Güney, son yıllarını Paris'te geçirdi ve ölümünden sonra Paris'te bulunan "Père Lachaise Mezarlığı" na gömüldü. 

ÖYLECE  ÇEKİP  GİTTİ !.. 

O yiğit bir insandı ki; sapına kadar, 

Her şeyi ve hep ötekiler için istedi! 

İnsanca yaşamın kavgasında diyordu ki; 

Bozkırları yeşile mahkûm edin müebbede, 

Ve tutuklayın cümle acıları sonsuza dek! 

Olmadı işte, düşleri gerçekleşsin istemediler. 

Yasalarıyla, acımasızca vardılar üstüne… 

Üstüne en belalı kalleşlikleriyle! 

Kaçmak yaşamanın kaçınılmazı olunca, 

Artık çaresiz, ardına bakmadan gidecekti! 

Geride kalsın istemediklerini koydu valizine. 

Topladı köşe-bucakta kalan solmamış düşlerini. 

Özenle katlayıp anılarını bir bir… 

Ve seyrine doyamadığı gün batımlarını, 

Ve gök mavisini, deniz mavisini… 

Karanfilin kokusunu, gülüşünü narçiçeğinin! 

Sevdaları unutmadı ha… bir de dostluğu. 

Ve eski sevdalarından arda kalanları da… 

Aldı kanserini, birde kendisinin olan ülserini. 

Düşmanlıkları, kahpelikleri ve ikiyüzlülükleri; 

Yargıları ve hükümlerin kesinleşmişini de… 

Kısacası ne bulduysa kötülükler adına, 

Hepsini buruşturup attı çöp sepetine! 

Son kez okşadı yüreğiyle güllerin renklerini, 

Topladı dökülüp saçılan ayrılık bakışlarını. 

Çekti valizinin fermuarını, kapadı kapısını; 

Ve öylece, dönüp hiç ardına bakmadan, 

Açtı kapıları, kapadı kapıları ve çekip gitti! 

Yanmaya devam etti sönmeyen acı…