BEN-MERKEZCİLİĞİN ÇEMBERİ

İnsan önce içindeki çatlağı fark eder [gibi olur]...
Ama yetersizliği itiraf etmek kolay değildir.
Yetersizliğin sesi küçüktür; AMA insanın içindeki yankısı büyüktür.
O büyüklük içten içe korku üretir.
Ama kahramanımız korktuğu için susar.
Ve sustukça çürür.
Sonra çürümeyi saklamak için bir çare üretir:
- Ben-merkezcilik!
İnsan, kendi boşluğunu evrenin merkezi [gibi] sanır ve çevresine bu
“sanki”yi sunmaya çalışır.
Kendini üfleyip şişirdikçe içindeki oyuk daha çok ortaya çıkar.
Kibir, insana verilen en ince deridir; yırtılması kolaydır, örtmesi çok
zor…
Ben-merkezcilik, yetersizliğin cilalanmış hâlidir.
Ve ardından sahneye kıskançlık duygusu çıkar.
Kıskançlık haristir, keskin bakışlıdır.
Çünkü ben-merkezci kişi için başkasının parlayan yüzü kendi
karanlığına düşmandır.
Ötekinin sevinci, içine gömdüğü karanlığın derinleşmesine yol açar.
Bütün bu olup bitenleri arka planda yöneten ise, en sinsi olandır: -
Aşağılık kompleksi.
Bu duygu bir suç örgütü gibidir; iz bırakmaz ama her şeyi o kurgular.
İnsanın kendini-koruma-içgüdüsü bir savunma mekanizması
yaratmaya çalışır:
Bu küçüklüğü saklamak için sahte büyüklükler icat etme yolunu
tutar.
Ve çember böylece gittikçe daralır:
Yetersizlik kıskançlığı doğurur.
Kıskançlık ben-merkezciliği besler.
Ben-merkezcilik aşağılık kompleksini derinleştirir.
Aşağılık kompleksi de yetersizliği yeniden üretir.
Bunların hepsi birbirinin aynasıdır; ama aynada görünen tek yüz
vardır:
- Kırılmış, bölünmüş, kendinden kaçan insan yüzü.
İroninin en ağır kısmı şudur:

İnsan, ne kadar ben derse o kadar eksilir.
Önündeki duvara ne kadar tırmanmaya çalışırsa, o kadar alçalır.
Ne kadar güç gösterirse o kadar korkar.
Ve ne kadar gölge büyütürse o kadar kaybolur.
Çünkü gölge, insanın sandığı gibi büyüklüğün değil,
ışığın önünde duran küçüklüğün eseridir.
Ama gerçekte insan;
Kendi karanlığından kaçarken değil,
karanlığın merkezine doğru cesurca yürüdüğünde büyür.
Karanlıkla yüzleştiğinde aydınlanır..