BEYİN GÖÇÜ: VAHŞİ KAPİTALİZMİN YENİ SÖ­MÜ­RÜ BİÇİMİ

Bazı ger­çek­ler ses­siz­ce ya­şa­nır; kimse so­kak­la­ra dö­kül­mez, pan­kart ta­şı­maz, bay­rak sal­la­maz. Ama bu ses­siz­lik, eski yağma bi­çim­le­rin­den bile daha acı­ma­sız­dır. Beyin göçü de işte böy­le­dir; 21. yüz­yı­lın ste­ril ofis­le­rin­de, par­lak la­bo­ra­tu­var­la­rın­da, ha­va­lı Ar-Ge mer­kez­le­rin­de insan aklı da­mı­tı­lır, ar­dın­dan doğ­du­ğu top­rak­lar­dan ko­pa­rı­lıp başka bir coğ­raf­ya­nın zen­gin­li­ği­ne ta­şı­nır.

Geç­miş çağ­lar­da; ge­mi­ler­le al­tın­lar, de­ğer­li ma­den­ler ta­şı­nır­ken, bugün va­liz­ler­de dip­lo­ma­lar, tez­ler ve kod sa­tır­la­rı ta­şı­nı­yor. Bir ülke büyük bir öz­ve­riy­le ya­tı­rım yapar; okul­lar açar, la­bo­ra­tu­var­lar kurar, öğ­ret­men ma­aş­la­rı öder. Yok­sul bir halk, ço­cu­ğu­nu okut­mak için di­şin­den tır­na­ğın­dan ar­tı­rır. O çocuk büyür, dip­lo­ma­sı­nı alır ve doğ­du­ğu top­rak­lar­da kök sal­mak ye­ri­ne uçağa biner. O bi­let­le bir­lik­te o gence ya­pı­lan tüm ya­tı­rım­lar, bağ­la­nan umut­lar da uçar gider. Genç ye­te­nek­ler başka bir ül­ke­nin la­bo­ra­tu­va­rı­na, üni­ver­si­te­si­ne ka­tı­lır.
Beyin göçü pa­za­rın­da alı­cı­lar her zaman ha­zır­dır. Pa­sa­port kont­ro­lü, mo­dern ka­pi­ta­liz­min en ucuz güm­rük ka­pı­sı­dır. Bu kez ham madde kömür değil; insan aklı, kodu, mo­le­kül for­mü­lü­dür. Pa­sa­port­ta­ki damga bir vize değil, adeta bir trans­fer fi­şi­dir. Ül­ke­den ay­rı­lan beyin, ge­ri­de ka­lan­lar için bir umut öy­kü­sü­ne dö­nü­şür: "Bak, o ba­şar­dı. Sen de kur­tul." Böy­le­ce bu öykü, ar­dın­da nice yeni ka­çış­la­rı do­ğu­rur.

Vahşi ka­pi­ta­liz­min yeni si­la­hı artık tank ya da tüfek de­ğil­dir. Beyin göçü pa­za­rın­da ni­te­lik­li genç­le­re su­nu­lan dip­lo­ma, vize ko­lay­lı­ğı, kam­püs bursu ya da araş­tır­ma po­zis­yo­nu ye­ter­li­dir. Yeni göç­men, kas gü­cü­nü değil, akıl gü­cü­nü satar. Sa­tar­ken de öz­gür­lük ha­ya­li kurar: "Artık Batı'dayım, öz­gü­rüm, öz­gür­ce bilim üre­te­ce­ğim." Ge­ri­de kalan ülke ise, kay­bet­ti­ği dok­to­ru, uz­ma­nı, bilim in­sa­nı açı­ğı­nı ge­nel­lik­le daha az ge­liş­miş ül­ke­ler­den "mül­te­ci" ola­rak ge­len­ler­le gi­der­me­ye ça­lı­şır; mü­hen­dis açı­ğı­nı ise fason iş gü­cüy­le dol­du­rur. Ancak beyin gö­çüy­le 'elde edi­len' be­yin­le­rin üret­ti­ği pa­tent­ler orada kalır, icat­lar orada kay­de­di­lir, ver­gi­ler orada öde­nir. Ül­ke­de ise çü­rü­yen kam­püs­ler, boş sı­ra­lar, du­var­da un­va­nı olup ken­di­si ol­ma­yan kür­sü­ler kalır.

Ne­den­se kim­se­ler de sor­maz; bu çark nasıl döner? Kimin sır­tın­dan döner?

Çünkü beyin göçü, eski em­per­ya­liz­min maden ara­yan ker­van­la­rı­nın gün­cel mo­de­li­dir. Geç­miş­te ye­ral­tı zen­gin­lik­le­ri­ni ge­mi­le­re dol­du­rup gö­tü­ren­ler, şimdi la­bo­ra­tu­var­lar­da ye­tiş­miş aklı, ye­te­nek­li ze­kâ­yı, yıl­lar­ca hal­kın ce­bin­den çıkan ver­gi­ler­le bes­len­miş bil­gi­yi gö­tü­rü­yor. Hem de al­kış­lar­la, hem de "fır­sat eşit­li­ği" diye pa­zar­la­na­rak... Oysa bu, en hoy­rat sö­mü­rü bi­çi­mi­dir; oku­ma­ya­nın değil, oku­ta­nın bedel öde­di­ği düzen. Ye­tiş­ti­re­me­ye­nin değil, ye­tiş­ti­rip ko­ru­ya­ma­ya­nın ye­nil­di­ği, yi­tir­di­ği bir dü­zen­dir.

Ve en acı ger­çek şudur; o dip­lo­ma­lı beyin Batı'ya git­ti­ğin­de, Batı kendi or­ta­la­ma­sı­nın dü­şün­me tem­bel­li­ği­nin açı­ğı­nı bile bu gelen ye­te­nek­li be­yin­le ka­pa­tır. Oku­ma­yan Ba­tı­lı, dı­şa­rı­dan gelen par­lak zi­hin­le şir­ke­ti­ni bü­yü­tür. Bu ne­den­le beyin göçü Batı için bir "zeka it­ha­la­tı" değil, az ge­liş­miş dün­ya­nın ya­tı­rı­mı­nı ve eme­ği­ni ses­siz­ce 'çal­ma­nın' yeni yo­lu­dur. Ge­mi­ler­le altın ta­şı­nan yüz­yıl­lar sona erdi; gü­nü­müz­de ge­liş­miş ül­ke­le­re beyin ta­şı­nı­yor.

Göz göre göre bir sö­mü­rü dü­ze­ni ya­şa­nı­yor; ama hiç kimse so­kak­la­ra çıkıp "ye­tiş­miş be­yin­le­ri­mi­zi ça­lı­yor­lar" diye ba­ğır­mı­yor. Üs­te­lik bu sö­mü­rü; kı­yı­la­ra ya­na­şan ge­mi­ler­den atı­lan top tü­fek­le değil, gö­nül­lü alı­nan uçak bi­let­le­riy­le ger­çek­le­şi­yor.

Giden gider. Kalan kalır mı? Kalan, ka­lan­la ye­ti­nir mi? Ye­ter­siz dok­tor, ye­ter­siz öğ­ret­men, ye­ter­siz proje, ye­ter­siz ge­lecek... Ne yazık ki bu ses­siz kayıp, en gü­rül­tü­süz is­ti­la ola­rak ha­ri­ta­la­ra iş­len­mez. Ha­ri­ta­da sı­nır­lar de­ğiş­mez, ama top­rak en önem­li ya­tı­rı­mı­nı, en de­ğer­li kay­na­ğı­nı; ze­kâ­sı­nı ya­ba­na kap­tı­rır.

Em­per­ya­liz­min yeni çağda pa­sa­port dam­ga­sı kadar ses­siz, vize baş­vu­ru­su kadar meşru, burs ka­zan­mak kadar al­kış­la­nır bi­çim­de ger­çek­le­şen beyin göçü; uygar ge­çi­nen Ba­tı­lı'nın en acı­ma­sız, en in­saf­sız, en mer­ha­met­siz ama aynı za­man­da en soylu ve say­gın gö­rü­nen sö­mü­rü bi­çi­mi­dir.