DİDİM DERNEĞİ FELSEFE GÖNÜLLÜLERİ GRUBUNUN İLK FELSEFİ ETKİNLİĞİ…

Etkinlik: Elif Kanlıoğlu Barış Parkı Umut Kafe’de gerçekleştirildi.

Söyleşinin konusu; Immanuel Kant’ın “Ebedi Barış Yaklaşımı”’ydı.

Moderatörlüğünü Felsefe öğretmeni Suna Bağ’ın yaptığı söyleşinin konuşmacısı Arif Anıl Güleç’di.

Felsefe Tarihçileri tarafından Felsefi düşüncenin doğum yeri olarak; Didim ilçemizin sınırları içindeki “Milet- Milet Okulu ve Thales’le birlikte; kabul görmektedir… Tüm Dünya’da felsefe eğitimi alanlar, felsefeye ilgi duyanlar Didim’i – Milet’i ve Thales’i iyi biliyorlar…

Didim bu yönüyle Evrensel değerde bir kültürel zenginliğin üzerinde oturmaktadır. Bu zenginliği dikkate alan Didim yerel yönetimi olarak Belediyemiz, pandemi öncesindeki yıllarda Milet Amfi Tiyatro’da ulusal ve uluslararası düzeyde Thales Günleri adıyla başarılı festivaller gerçekleştirmişti.

Bu tür etkinlikler haliyle Didim’de felsefeye yönelik ilgiyi de hayli artırmıştı…

Didim’de yaşayan felsefeciler ve felsefeye ilgi duyan gönüllüler; Didim Derneği bünyesinde birleşerek Didim’in felsefi dokusuna katkı sunmak için felsefi çalışmalara başladılar. Bu yönde de bir program geliştirdiler. Böylece Didim’de felsefi etkinliklere başlamış oldular...

***

Moderatör Suna Bağ; Immanuel Kant’ı genel hatlarıyla, dinleyici kitleyi de dikkate alarak anlaşılır bir dille özet olarak başarılı bir şekilde tanıtımını yaptıktan sonra sözü; Kant’ın “Ebedi Barış Yaklaşımı” konulu söyleşiyi başlatması için Arif Anıl Güleç’e bıraktı:

***

Güleç: Modern Dünya ele alındığı vakit, aklımıza gelen ilk isimlerden biri de İmmanuel Kant olsa gerek. Özellikle insanlığın geçmiş olduğu bu dönemden, asimetrik savaş, sürekli kaos, askeri-sivil müdahaleler, kitlesel göçler, stratejik derinlik vb. kavramlarının bolca zikredildiği 21. Yüzyılın penceresinden bakıldığında… Kant’ı analiz etmek daha da zorlaşmaktadır. Ancak Bilimsel disiplinin bize açmış olduğu yolda diyalektiği esas alan bir yaklaşımla bu Gordion Düğümü’nü çözebiliriz; Çünkü bilimsel disiplin ve diyalektik yöntem sadece zaman esaslı olmayıp, olguları ve olguların altında yatan etmenleri mukayese eder. Sonra da dönemin gereklerine göre ayıklar dedi.

Kant’ı doğuran etmenleri, tarihsel olarak ortaya koymak gerektiğini belirten Güleç; Tek başına ele alınan düşünsel sistemler kadük hale gelirler. Bu konu üzerine anlatılacak ve üzerine konuşulacak çok şey olduğu açık. Ancak vakit dar… Kısaca; 16. Yüzyıl ve 17. Yüzyıl’ın toplumsal ve düşünsel değişimlerine değinmek istiyorum.

SKOLASTİK DÜŞÜNCE’NİN YIKILMASI VE DEVLETİN DOĞUŞU

Bilindiği üzere Roma imparatorluğu yıkıldıktan sonra, yine onun kalıntıları üzerine kurulan Feodal toplum, siyasal sistemini ilahi Dinler üzerine kurmuştu. Bunun en göze çarpan formasyonu kuşkusuz Hıristiyanlık öğretisi olarak öne çıkmaktadır. Bu öğreti çimentosunu her ne kadar Aristotales’ten almış olsa da onun çarpıtılmış bir biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Milattan Sonra 400’lü yıllara gelindiğinde I. Gelasius’un “Çifte-Kılıç” doktrininde kendini bulacaktır. Burada aslında Düalist görüşün özünü ortaya koyan öğreti siyasal erki, dolayısıyla egemenliği ikiye ayırır. Biri Tanrısal Egemenliktir ve bu egemenlik İsa’nın Krallığı olan sonsuz dünyanın egemenliğidir. Bu tanrısal iradenin yeryüzündeki tek temsilcisi ise kilisedir. Bu öylesine bir güçtür ki tüm krallardan ve devlet aygıtından bağımsız ve onun üzerinde bir güçtür ve o güç hiçbir kuvvet tarafından sorgulanamaz…

Güleç, bu süreci daha da detaylandırarak: konuyu şu yan başlıklar halinde dinleyicilere sundu:

***” AYDINLANMA FELSEFESİ İÇERİSİNDE İMANUEL KANT’IN YERİ 21. Yüzyıl’a girerken ayaktan düşen “Aydınlanma” düşüncesinin tekrar gündem haline geldiğini gözlemlemekteyiz.

***“EBEDİ BARIŞ ÜZERİNE” EMPERYALİST BİR BİRLİĞİN TEMELİ Mİ? Bir felsefe veya herhangi bir ideolojik akım her ne kadar kendi sınıf karakterinin izlerini taşıyor olsa da insanlığın kurtuluşunu amaçlar. Bununla birlikte bu akımların analizleri, ortaya çıkmış olduğu tarihsel gerçeklik üzerine kurulur. Bu gerçek unutulmadan girişilen her sorgulama yöntemi bizi bilimsel değerden bir adım daha uzaklaştıracaktır. Kant’ı ve politik kuramını ele alırken döneminin toplumsal ilişkilerini çok iyi analiz etmek gerekir.

***. “Özgür iradeye” sahip olan insan aynı zamanda “ödev duygusuna” sahip olan insan. “Ödev duygusu” olan insan hiçbir kamu yaptırımı karşında boyun eğmeyen , kendisine “yapmalısın”, “etmelisin” diye kesin buyruklara telkin eden bir yapıdadır. Kamusal yaptırım sonucu ortaya çıkan ahlak gerçek ahlakın bilgisini bize vermez, o anca görüntüden ibarettir. İşte Macheivelli’den farklı olarak Kant, Devlet Teorisi’ni ve Uluslar arası Barış kuramını bu ahlak ölçütleri üzerine kuracaktır. Bu yaklaşımı Marksizm tarafından ciddi anlamda sorgulanacak, eleştiriye tabi tutulacaktır;

*** Kant’ın “Ebedi Barışı Üzerine Denemesi’nde”, Marksizm tarafından devralınan kimi ilkeleri

***Kant “Her ulusun ülkelerini sömürgecilere karşı korumaya, onu savunmaya hakkı vardır.” düşüncesini savunur gibidir. Üstelik bu durumda doğan çatışmaların müsebbibi Sömürgeci ülkelerin bakış açısıdır, onun diğer ulusları hor görmesidir; “ Vahşilerin, hukuki bir müeyyideye bağlanacakları yerde, hiçbir kaideye tabi olmayan bağımsızlık aşkı içinde, durmaksızın dövüşmeyi üstün tutmalarına, böylece çılgınca bir hürriyeti, bir esas teşkilatı düzenine dayanan makul bir hürriyetten üstün tutmalarına derin bir hor görme duymadan bakabiliyor muyuz..?”

***Medeni ülkeler bu çatışmaları sona erdirmek için bu bakış açısını değiştirmek zorundadır. Bunun yolu da Ulusların eşit temsil edildiği bir Federasyonla mümkündür. Bu da ancak devlet sistemlerinin cumhuriyetçi olmalarından geçmektedir. Bu aynı zamanda Ebedi Barışın ilk maddesidir. Çünkü cumhuriyet yurttaşların eşitlik prensiplerine dayanan tek düzendir. Böyle bir düzenle yönetilen bir Dünya’da ancak ve ancak “Dünya yurttaşlığı” düşüncesi yakalanabilir. Öyle ki cumhuriyetçi esaslara göre harp ilan edilmesi ve ya edilmemesi kararına halk varacaktır. Böyle bir soruya Halk, gerek menfaatlerinden gerek onun yıkıntılarıyla savaşın birinci dereceden muhatabı ve kaybedeni olmasından dolayı olumsuz cevap verecektir. “

***

İkinci Dünya Savaşı’nı Sovyetler Birliğine dayandırma çabalarının tarihsel gerçeklerle örtüşmemesi bir yana, burjuva cumhuriyetlerinin kendi iç çelişkilerini örtmenin bir aracı olarak görülmelidir. Bu bağlamda Kant’ın Gerçek çocuğu marksizimdir. Ebedi barış üzerine çok kadim bir düşünürü, Sokrates’in sözleriyle konuşmamı bitiriyorum; “ Bu düzeni yönetenler düşmandan çok korkar, Halkı silahlandırsalar düşmana karşı, düşmandan çok halktan korkar.”

***

Arif Anıl’ın konuşmasından sonra; moderatör Suna Bağ tarafından; bu konuda görüşlerini bildirmek, sorular sormak isteyenlere söz verildi…

Bu konuda yoğun bir istek oldu. Bu durum, söyleşinin de bir başarısıydı. Felsefenin ruhuna uygun bir tartışma ortamı oluştu.

* Dinleyicilerden, Mehmet Tevlim, “Barışın doğada karşılığı yoktur” üzerine önemli görüşler belirterek felsefenin de zararlı olduğunu söyledi.

* Dinleyicilerden, Lütfü Balbal, felsefi düşüncenin alt yapı için bu tür konuşmalar önemli ama tüm bunları kendi güncelimizle değerlendirmeliyiz, kendi gerçeklerimizi, güncellerimizi, dünyamızdaki yeni gelişmeleri göz ardı edemeyiz dedi…

* Dinleyicilerden Erdoğan Şahin ise toplumda Ahlak-din-etik kavramlarının genellikle karıştırıldığını ve bir anlamda kullanma yanlışlığına dikkat çekerek; ahlak’ın yerel olduğunu zamandan zamana toplumdan topluma değiştiğini, etik ise evrensel bir değer olarak tüm insanlığı kucakladığını, ayrıca dinle- ahlak bağlantısının kurulmasının da yanlış olduğunu belirtti.

*Didim Derneği Felsefe Gönüllüleri Gurubu adına Ali Gezer, katılım sağlayanlara teşekkür ederek; bu tür çalışmaların devam edeceğini belirtti.