Geç­mi­şi öz­le­mek

Wil­li­am Fa­ulk­ner'in “Geç­miş asla sona ermez, hatta geç­mez bile” ve Gor­don All­port'un “Ya­şa­mı­mı­zın büyük bir bö­lü­mü, diğer in­san­la­rı daha iyi an­la­mak­la ve on­la­rın bizi daha iyi an­la­ma­sı­nı di­le­mek­le geçer.” şek­lin­de­ki ifa­de­le­ri­ni uzun yıl­lar önce duy­muş­tuk.
Ancak ya­şı­mı­zın genç ol­ma­sı bizim için var olan belli zor­luk­la­rı da daha son­ra­ki dö­nem­le­re bı­rak­ma is­te­ği geç­miş de­ni­len ger­çe­ği o za­man­lar­da fazla cid­di­ye al­ma­mı­za imkan ta­nım­la­mış­tı.
Yaş geç­tik­çe geç­mi­şe daha çok bak­ma­ya, geçen za­man­lar­da ha­tır­la­rı­mız zor­la­yan ancak çok net ol­ma­yan anı­la­rın iyi­le­ri­ni daha çok öne çı­kar­ma­ya, bizi yoran ha­ya­tı­mı­zı zor­laş­tı­ran anı­la­rı ise ola­bil­di­ğin­ce unut­ma­ya ça­lı­şı­yo­ruz.
Tür­ki­ye’de yıl­lar önce bir­den bire baş­la­yan ve o gün bu gün­dür ön­len­me­si müm­kün ol­ma­yan göç be­ra­be­rin­de pek çok so­ru­nu da be­ra­ber şe­hir­le­re ta­şı­mış özel­lik­le de varoş de­ni­len alan­la­rın mey­da­na çık­ma­sı­na ve bam­baş­ka bir hayat tar­zı­nın oluş­ma­sı­na da zemin ha­zır­la­mış­tı.

Şe­hir­le­rin ke­nar­la­rın­da olu­şan bu ka­la­ba­lık,
Yeni bir dil, yeni bir kül­tür or­ta­ya çı­kar­mış kenar ma­hal­le­ler­de ya­şa­yan va­tan­daş­lar ta­ra­fın­dan şehir ha­ya­tı­na su­nu­lan başta lah­ma­cun olmak üzere, çok sa­yı­da kebap mil­le­ti­miz ta­ra­fın­dan büyük bir ke­yif­le tü­ke­til­me­ye baş­lan­mış­tı.

Göç sa­de­ce kebap ve lah­ma­cun ile sı­nır­lı kal­ma­mış va­roş­lar­da ya­şa­yan­lar yeni bir müzik kül­tü­rü ile karşı kar­şı­ya kal­mış son de­re­ce ilkel şart­lar­da or­ta­ya çıkan ve içe­ri­sin­de acık­lı eser­le­rin bu­lun­du­ğu ka­set­ler tıka basa dolu olan mi­ni­büs­ler­de yol­cu­luk yapan va­tan­daş­la­rı­mız ta­ra­fın­dan büyük bir dik­kat­le din­len­me­ye baş­lan­mış­tı.

İşte böy­le­si bir nok­ta­da 1970’lli yıl­la­rın sonu, 80’li yıl­la­rın or­ta­la­rı bizde her­kes gibi daha çok İspan­yol de­ni­len bol pa­ça­lı pan­to­lon­la­rı giy­di­ği­miz, saç­la­rı­mı­zı da rah­met­li ba­ba­mı­zın tıraş ma­ki­na­sın­dan kur­ta­ra­bil­di­ği­miz kadar uza­ta­bil­di­ği­miz gün­ler.

İngi­liz­le­rin or­ta­lı­ğı kasıp ka­vu­ran The Be­at­les gru­bu­nu din­le­me­nin Elvis Pres­ley gibi gitar çal­ma­ya özen­me­nin Jonh Tra­vol­ta gibi dans et­me­ye ça­lış­ma­nın, siyah beyaz si­ne­ma film­le­rin­den çıkıp gelen Frank Si­nat­ra’nın My Way (Benim yolum) şar­kı­sı­nı din­le­me­ye ve an­la­ma­ya ça­lış­tı­ğı­mız za­man­lar.


Ha­ya­tın daha an­lam­lı, dost­lu­ğun daha sağ­lam, ar­ka­daş­lık­la­rın­da ölü­mü­ne ol­du­ğu böyle za­man­lar­da bir ta­raf­tan yu­ka­rı­da be­lirt­ti­ği­miz isim­le­ri din­le­me­ye ça­lı­şır­ken diğer ta­raf­tan da Ülkü Ocak­la­rın­da al­dı­ğı­mız “Mil­li­yet­çi­lik” dolu bil­gi­ler ile Ozan Arif’in “Yer­yü­zün­de tek Ül­kü­cü kal­dık­ça/Ölmez bu ha­re­ket ölmez bu dava” diye baş­la­yan ve bizim ken­di­miz­den geç­me­mi­ze ve­si­le olan marş gibi eser­le­ri din­le­me­ye do­ya­ma­dı­ğı­mız gün­ler.
Tür­ki­ye’nin de dünya ger­çek­le­rin­den uzak kal­mak gibi bir ser­bes­ti­ye­ti­nin ol­ma­dı­ğı o gün­ler­de 45’lik plak çı­kar­tan Orhan Gen­ce­bay, Ferdi Tay­fur gibi sa­nat­çı­la­rın şar­kı­la­rı da bir anda dil­den dile do­laş­ma­ya baş­la­mış, bütün mem­le­ke­ti sarıp sar­ma­la­yan bu eser­le­rin isim­le­ri­ni ta­şı­yan si­ne­ma film­le­ri­nin ser­gi­len­di­ği sa­lon­la­rın ön­le­rin­de de uzun kuy­ruk­lar oluş­ma­ya baş­la­mış­tı.
Bir ar­ka­da­şı­mız “Yük­sel yarın akşam için iki tane si­ne­ma bi­le­ti aldım, bir yere kaçma si­ne­ma­ya gi­de­ce­ğiz” de­di­ğin­de muh­te­me­len Orhan Gen­ce­bay’ın “Bat­sın bu dünya” yada Ferdi Tay­fur’un “Çeşme” isim­li si­ne­ma film­le­ri­ne gi­de­bi­le­ce­ği­mi­zi dü­şü­nür­ken ar­ka­da­şı­mız “ yok yok her ikisi de değil Müs­lüm Gür­ses’in “Bağ­rı­ya­nık” isim­li filmi gel­miş, fil­min oy­nan­dı­ğı sa­lon­lar­da göz­yaş­la­rı sel olu­yor” dedi.

Si­ne­ma sa­lo­nu­na işin doğ­ru­su bi­raz­da is­te­me­ye is­te­me­ye gir­dik,
Ne­re­de ise nefes alı­na­ma­ya­cak do­lu­luk­ta olan sa­lo­nun ışık­la­rı­nın ka­pa­tıl­ma­sı ile kav­ruk yüzlü ,sa­kal­lı, Baş­rol oyun­cu­su ola­bil­me adına hiçte ya­kı­şık­lı ol­ma­yan as­lın­da halk ara­sın­da “tip­siz” ola­rak ni­te­len­di­ri­lecek Müs­lüm Gür­ses’in film bo­yun­ca başta “Bağ­rı­ya­nık” olmak üzere ses­len­dir­di­ği eser­ler son­ra­sı bizim Müs­lüm Gür­ses ile yani halk ara­sın­da Müs­lüm Baba ola­rak bi­le­nen sa­nat­çı ile bitip tü­ken­mez dost­lu­ğu­muz­da o si­ne­ma sa­lo­nu­nun beyaz per­de­si ara­cı­lı­ğı ile baş­la­mış oldu.
Müs­lüm Gür­ses 03 Mart 2013 yı­lın­da yani bun­dan 12 yıl önce ara­mız­dan ay­rıl­dı.
Ha­ya­ta veda edin­ce­ye kadar geçen yıl­lar içe­ri­sin­de ken­di­si ta­ra­fın­dan üre­ti­len bütün eser­le­ri din­le­miş ve kadar Plak-Ka­set-CD varsa ta­ma­mı­nı bir şe­kil­de bul­muş bi­ri­si ola­rak ölümü ile ger­çek­ten yı­kıl­mış­tık.
As­lın­da Tür­ki­ye’de köy­den kente olan ve daha çok va­roş­lar­da ya­şa­ma­ya mah­kum edil­miş ko­ca­man bir nes­lin çek­ti­ği sı­kın­tı­la­rı şar­kı­la­rın­da an­la­tan, oy­na­dı­ğı si­ne­ma film­le­rin­de hep ezi­len-hor­la­nan-aşa­ğı­la­nan ke­sim­le­ri an­la­tan Müs­lüm Gür­ses’in ha­ya­tı Tür­ki­ye’nin ge­çir­di­ği de­ği­şim ile de aynı pa­ra­lel­de yü­rü­müş­tür.


Müs­lüm Baba şimdi yok.
Ancak ar­ka­sın­da bı­ra­kın Tür­ki­ye’yi dün­ya­da bile kolay kolay hiç­bir sa­nat­çı­ya nasip ol­ma­ya­cak kadar ken­di­si­ni seven büyük bir hay­ran kit­le­si olan sa­nat­çı­ya bir kez daha Al­lah­tan rah­met di­li­yo­ruz,

Me­ka­nı cen­net olsun te­men­ni­le­rin­de bu­lu­nu­yo­ruz.
“Şu dağ­lar­da kar ol­say­dım ol­say­dım
Bir asi rüz­gâr ol­say­dım ol­say­dım
Arar bulur muy­dun beni beni
Sa­hip­siz mezar ol­say­dım ol­say­dım” di­ze­le­ri­ni bizim di­li­mi­ze pe­le­senk eden bir sa­nat­çı­yı zaten sev­me­mek gibi bir şan­sı­mız ol­maz­dı ki.!
He­pi­mi­zin bir ta­raf­tan diğer ta­ra­fa sav­rul­du­ğu bir nok­ta­da yıl­lar içe­ri­sin­de ne­le­ri terk et­ti­ği­miz nok­ta­sın­da hemen he­pi­mi­zin ka­fa­sı ola­bil­di­ğin­ce ka­rı­şık.
Her­ke­sin haklı ol­du­ğu bir dün­ya­nın tam orta ye­rin­de kal­dık ves­se­lam.