Kadının bedeni, varlığı tarihte hiçbir zaman kendisine ait olmadı. Din kuralları adı altında erkekler, din görevlileri dikte etti.
İman edenlerin uyması gerekiyordu. Tartışma her dönemde güncelliğini korudu. Giyimi, konuşması, davranışına kuralları önce baba, erkek kardeş tarafından, sonra devletin kontrolünde uygulandı.
Köyümüzde gelinlerin sesli konuşmadığı zamanı hatırlıyorum. Aile ile sofrada yemek yemez, sonra ayrı ve yalnız yerlerdi.
Köyümüzün Hocası, daha sonra ilçede mahallenin tek imamıydı. Bize her fırsatta bilim ve tahsilin İslam dininde de önemini her fırsatta söyler ve uygulardı.
Torunlarından biri sorar: “Dede ne zaman bana Kuran’ı Kerim okumayı öğreteceksin.” Dede cevap verir: Mandolin çalmayı öğrendikten sonra” der.
Diğer bir torunu:” Dede bak arzu ettiğin gibi midi etek giydik” der. Dede cevap verir: Genç kızlara mini etek de yakışıyordu.”
Yani yaşa ve bedene uyuyorsa, kadın kendisi karar vermeli demek istiyordu. Böyle hocalar sayesinde Türkiye’de Lâik Cumhuriyet’in temeli atılmıştır.
Mavi Didim Gazetesi köşe yazarı Selma Erdal’ın Bir Kadının Bedeni Kimin Olur, makalesinde Damızlık Kızın Öyküsü, kitabını bütün kadınların okumasını tavsiye ediyordu. Ki kadın hakları kısıtlanmaya başlar başlamaz direnç gösterip karşı koyulsun.
Berlin’de Türkçe kitaplara ulaşmak kolay değil. Bu nedenle Almanca, Der Report der Magd başlığıyla kitabı okudum. Orijinal adı The Handmaid’s Tale, İngilizcesi 1985 yılında yayınlanıyor. Distopya edebiyatının çok güçlü örneği olduğu için, birçok dile çevriliyor. 2017 yılında diziye de uyarlanıyor.
Roman kurgu olduğu halde, gerçek olabilecek hikâyeyi içeriyor. Kadın bedeni üzerinde her dönem denetim olduğunu anlatıyor. Tarihsel, siyasal ve kültürel olarak eleştiriyor.
Totaliter rejim önce yavaş yavaş kadınların hürriyetin kısıtlıyor. Kadınlara çalışma yasağı getiriliyor. Banka hesaplarını, ailede bir erkek üzerine alıyor.
Kız çocukları 13 yaşından sonra okula gitmek yerine ait olduğu sınıfa göre damızlık, evlilik, hizmet alanlarına hazırlanıyor. Öğrencilerin, gençlerin neden, niçin, nasıl sorularına cevap hep aynı, Tanrı öyle istiyor, emrediyor.
Kadınlar sınıflara ayrılıyor, kumandan evli eşleri yeşil giysiler giyiyor.
Bulaşı hastalık veya başka sağlık nedeniyle çocuk sahibi olamayan evli kadınlar devlet tarafından damızlık olarak kullanılan kadınların doğurduğu bebeklere sahip oluyorlar.
Damızlık olmaya mahkûm edilen genç kadınlar kırmızı giysilerle tanınıyor. Dinî ayinlere katılma, din adamlarının vaazlarını dinlemek zorundalar. Yalnız alışveriş için solağa çıkabiliyor. Çocuk sahibi oldukları müddetçe sınırlı saygı görüyorlar, devlete hizmet ettikleri, ülke nüfusuna katkı yaptıkları kabul görüyor.
Damızlık kadın çocuk doğduktan sonra başka evli erkeğe veriliyor. Bedensel olarak işlevini yerine getiremeyince, sömürge ülkelere zehirli çöp işine sürülüyor.
Kuzey Amerika’da Gilead devletinde damızlık kız Desfred’in insan olma hakkını hükmetme hakkına sahip olanlar, namus bekçileri elinden alıyorlar. Ama günün birinde hürriyetine kavuşacağı, seveceği bir eşi olacağı umudunu elinden, gönlünden alamıyorlar.
Bu nedenle Margaret Atwood, şahitler Die Zeuginnen başlığıyla on beş yıl sonra ikinci kitabını yayınlıyor.
“Totaliter rejimler halka verdikleri sözü yerine getiremedikleri ve yasakları insan olma sınırlarını aştığı için içten zayıflar ve yıkılırlar, dış kuvvetler de yok olmalarında etkili olurlar.” Kitap böyle sona eriyor. İkinci kitabı henüz bitirmedim, okuyorum.
Böyle yok olan Hitler rejiminde, kendisi siyah saçlı esmer olduğu halde Alman ırkı sarışın, yakışıklı, güzel, kuvvetli erkek ve kadınların çocuklarından meydana gelmeliydi. Bu amaçla, erkek ve kadınlar damızlık olarak kullanıldı. Bu konuda araştırıp, başka bir makalede yazacağım.
2025 yılı Temmuz ayı başında Federal Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Prof. Dr. Frauke Brosius-Gersdorf’u Anayasa mahkemesinde hâkim olarak seçilmesi için aday gösterdi. Koalisyon ortağı adında Hristiyan kelimesi geçen birleşik partiler CDU/CSU buna karşı çıktı. Adaylığa karşı yapılan kampanya sonunda Frauke Hanım adaylığını geri çekme zorunda kaldı.
1971 yılında Hamburg’da dünyaya gelen Frauke Brosius Gersdorf hukuk bilimci profesör, Potsdam Üniversitesi’nde anayasa ve sosyal hukuk konusunda ders veriyor.
Toplumda kadın ve erkek vatandaşların eşit haklara sahip olduğunu her fırsatta yazıyor, söylüyor. Dini, rengi, geçmişi, cinsiyeti gözetmeden eşit vatandaşlık hakları anayasa tarafından koruma altındadır.
Kadının bedeni kendisine aittir, duruma göre gebeliğe son verme kararı alabilir, düşüncesini savunuyor, Schwangerschaftsabbruch.
Bu durumda adaylığı neden onaylanmadığı açıklanmış oluyor. Biyografisi, yayınladığı makaleleri okuduktan sonra Prof. Dr. Frauke Brosius-Gersdorf hakkında da makale yazmaya değer.
Kadın, bedeni hakkında kararı kendisi vermeli. Sesi çıkan kadın dernekleri ve diğer sivil kuruluşlar desteklenmeli. Kadınlar adına erkeklerin konuşmasını doğru bulmayan, lâik rejimi destekleyen sosyal demokrat erkeklerle birlikte haksızlığa karşı koymalıdırlar.
Hoşça kalın!
Kaynaklar: Selma Erdal, Bir Kadının Bedeni Kimin olur, Makale, Mavi Didim Gazetesi, 29.07.2025,
Margaret Atwood, Der Report der Magd, Roman, Piper Verlag, München 2025
ISBN 978-3-492-30327-9
Zitat:
Margaret Atwood, Die Zeuginnen, Roman, sayfa: 570, Piper Verlag, München 2025