Bir çöküşün olabilmesi için önce bir yükselişin olması gerekir. Hiç kuşkusuz bu yükseliş bir sınıf tabanlıdır. Sınıfın farklı katmanlarından biri olan muhafazakarlık bünyesinde bir takım toplumsal değişkenler barındırmak zorundadır. Bunların önde geleni inanma biçimleridir. İnanma olgusunun bir yanında din, öteki yanında da milliyetçilik var. Din derken, samimi olarak inanan kitlelerden söz etmiyoruz; inançları çıkarı için kullanan dinciler bizim sözünü ettiğimiz kesim. Milliyetçiliğe gelince, normal koşullarda ve her normal vatandaş ülkesini ve ülkesine ait olan tüm değerleri benimser. Fakat, işin içine emperyalizm girince durum değişmektedir. Dinciler gibi milliyetçilerde otorite saydıkları kişilerin yanında ve çevresinde hizalanırlar. Yeteri kadar bilinmeyen din ile, tam olarak anlaşılmayan milliyetçilik, çıkarcıların avlanma alanıdır. Ülke çıkarının kişisel çıkarlarla örtüşebilmesi için yurtseverlik olmazsa olmazlardandır. Milliyetçilik gelişimin ön adımı ve ilkel basamağıdır. Bu basamak aşıldığında yurtseverlik, doğa severlik ve insan severlik yönlü bir gelişme, varlık severlikle noktayı koyar. Toplumda var olan güç odakları (sermayedarlar) aynı zamanda dinci ve milliyetçi kesimlerinde çekim merkezidir. Çekim merkezinde yer alan kişiler, emperyalizme eklemlenen kişilerdir. İşte bu noktada kendisine milliyetçiyim diyenlerde sermaye çıkarlarının bekçisi konumuna dönüştürülür. Dinci odaklarda sermaye kümesinde yer alırlar. Farklı yol ve yöntemlerle holding sahibi olan bu kesimlerde emperyalistlerle iş tutmak zorundadır. Dolayısıyla o kesimde en büyük sermayenin izinden yürümeye çalışır. Hal böyle olunca milliyetçiler gibi muhafazakarlarda sermayenin hizmetindedir. Otoriteye itaatle başlayan bu süreç, egemenlerin güdümüne girmekle sonuçlanır. Ancak biraz utangaç olabilirler. Buna karşın en tartışmasız doğru inanç onlarındır. Milliyetçilerinde efsane kahramanları vardır. Her şeye karşın önemli olan şu andaki konumlarıdır.
Araştırılıp soruşturulmadan kabul edilen yaşam biçimi, değişim ve dönüşümlere kapalı olduğu an muhafazakarlık başlar. Araştırılıp soruşturulsa bile, güncellenmeyen davranış ve yaklaşımlar tutuculuğa kapı aralar. Tutuculuk öncelikle o tavrı benimseyenlere ve onların çevresine zarar verir. Potansiyel olabilirliklerin gerçekleşmemesi sonuçta tüm varlıkların kaybı olur. Bu kayıplar yaşam için üretilebilirlikleri ve olabilirlikleri engeller...
Güç ile zorbalık el ele verince; hak, hukuk ve adaletten eser kalmaz! Zorbalığın geçerliliği etki alanı ile sınırlıdır. Toplumdaki zorbalık sınıf tahakkümü ile ilişkilidir. Vergiler gerektiğinde zor alımlar söz konusu olabilir. Zorla alınan vergiler aynı mantıkla harcanınca kaçınılmaz olarak toplumsal yıkımlara neden olabilir. En çok kazandırdıklarından vergi almayıp üstüne üstlük; vergi affı ve muafiyetlerle onlara kolaylıklar sağlamak özünde bir servet transferidir. Bunu açık olarak ifade edersek, fakirden alarak zengine vermek diyebiliriz. Bu olgu yasal görünümlü meşruiyet koşullarına kavuşturulsa da sonuç değişmez!
Cumhuriyet dönemine ait 80 yıllık kesitte 788 milyar dolar vergi toplanmıştır. 2002’den sonraki 22 yıllık süreçte 2,2 trilyon dolar vergi toplanmış, 71 milyar dolarlık özelleştirme yapılmış ve dış borç 540 milyar dolara çıkmıştır. Bu paraların nerelere ve nasıl harcandığı bilinmemektedir. Mega projeler diye sözü edilen yatırımlar halkın yararına olmak bir yana, onlara çok büyük yükler getirmiştir. Gelirler azalmış, birikimler tüketilmiş ve gelecek ipotek altına alınmıştır(!) İnsanlar uğramadıkları havaalanlarına, kullanmadıkları yol ve tünellere, yararlanamadıkları hasta hanelere hazine güvencesi nedeniyle akıl almaz paralar ödemektedirler(!) Gelirlerin baskılanması, birikimlere el atılması ve geleceğin ipotek altına alınması bundandır(!)
Muhafazakârlar kendilerine sağlanan imtiyazlı konumlar nedeniyle kazandıkları paraları yurt dışına çıkarmaktalar. Bu durum ülkenin sürekli olarak kan kaybetmesine neden olmaktadır. Bu yetmezmiş gibi, başta doktorlar olmak üzere, mühendisler, akademisyenler ve hemşireler ülkeyi terk etmektedir. Yağmacı madencilik yeraltı kaynaklarımızın yağmalanmasına neden olmaktadır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, öte yandan milyonlarca, ne ve kim olduğu bilinmeyen sığınmacılar ülkeyi işgal etmektedir! Yazının başlığına bakmak ve soruyu yanıtlamak gerek; MUHAFAZAKARLIK ÇÖKÜŞ MÜ?