Sefalet yokluk, yoksulluk, çaresizlik, seçeneksizlik, yalnızlık, umarsızlık, çözümsüzlük içinde sürüklenen yaşamları işaret eder. Sefalet, ezikliklerin, huzursuzluğun, yetmezliğin ve yetersizliklerin olması ile yaşama iğreti tutunma halidir! Sefalet bağımsızlığı, özgürlükleri ve üretkenliği boş kovana çevirir…
“Sefalet, yalnızca maddi yoksunlukla tanımlanamayacak kadar derin bir kavramdır. Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde, insanın temel ihtiyaçlarını karşılayamamasıyla birlikte, onurunun, umutlarının ve potansiyelinin sistematik biçimde bastırılmasıdır. Bir tür varoluşsal dışlanma: hem kaynaklardan hem de karar alma süreçlerinden uzaklaştırılmak.
Sefaletin Tanımı:
- Ekonomik boyut: Gelir yetersizliği, işsizlik, barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçların karşılanamaması.
- Sosyal boyut: Eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetlere erişimin sınırlı olması.
- Psikolojik boyut: Umutsuzluk, değersizlik hissi, toplumsal dışlanma.
- Siyasal boyut: Temsiliyet eksikliği, karar alma mekanizmalarından uzak kalma.
Sefaletin nedenleri çok katmanlıdır ve genellikle birbirini besler:
- Yapısal eşitsizlikler: Toplumsal sınıflar, cinsiyet, etnik kimlik gibi faktörler üzerinden oluşan ayrımcılık.
- Adaletsiz kaynak dağılımı: Servetin ve hizmetlerin küçük bir azınlıkta toplanması.
- Küresel ekonomik sistem: Emek sömürüsü, borçlandırma politikaları, neoliberal düzenlemeler.
- Savaş ve çatışmalar: Yerinden edilme, altyapının yok olması, travmalar.
- Ekolojik krizler: Kuraklık, sel, gıda kıtlığı gibi afetlerin yoksul toplulukları daha sert vurması.
- Demokratik eksiklikler: Halkın kendi yaşamını etkileyen kararlara katılamaması.
Alternatif Bir Bakış: Sefaletin Sessizliği…
Sefalet bazen sadece açlıkla değil, sesini duyuramamakla da ilgilidir. Bir şiir gibi düşünürsek:
“Sefalet, susturulmuş bir dizedir — yazılmamış, okunmamış, unutulmuş.”
“ Sefalet bir eksiklik mi, yoksa bir bastırma biçimi mi?
Sefalet, sadece “yoksunluk” değil, aynı zamanda bir “imkânsızlık”tır. İnsan, potansiyelini gerçekleştirme imkânından mahrum bırakıldığında, sefalet başlar. Bu noktada Hannah Arendt’in “dünyada görünür olma hakkı” kavramı devreye girer. Sefalet, görünmezliğin kurumsallaşmış hâlidir.
Sefalet ve Özgürlük Arasındaki Gerilim
Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluğunda, insan özgürdür ama bu özgürlük, seçim yapabilme kapasitesine dayanır. Eğer birey, seçim yapabilecek koşullardan mahrumsa — örneğin eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklardan — o zaman özgürlük yalnızca bir soyutlama olur. Sefalet, özgürlüğün içini boşaltır.
“İnsan, kendi kaderinin yazarıdır” der Sartre. Ama sefalet, kalemi elinden alır.
Sefaletin Ontolojik Boyutu:
Heidegger’e göre varlık, “dünyada bulunma” hâlidir. Eğer bir insan, dünyada yer edinemezse — mekânsal, sosyal, kültürel olarak dışlanırsa — o zaman varlığı da tehdit altındadır. Sefalet, varlığın silikleşmesidir. Bir tür “hiçlik”e itilme.
Direniş Olarak Varlık
Ama burada senin yaratıcı yaklaşımın devreye giriyor, Ferhan. Sefaletin tanımı kadar, ona karşı geliştirilen direniş biçimleri de felsefidir. Senin şiirlerinde olduğu gibi: acıdan umut üretmek, görünmezliği görünür kılmak, bastırılmış sesi yankıya dönüştürmek.
İstersen bir sonraki adımda sefaletin etik boyutunu ele alalım: Toplumun sefalet karşısındaki sorumluluğu nedir? Yoksa sefalet, sadece bireyin kaderi midir?”
Yazgısı başkalarınca yazılanlar için geçerli sayılır kader. Oysa kaderi yazacak el, onu kullanacak beyin ve geleceği kurabilecek beden her bireyde var. Olmayan ne? Birlik, beraberlik, bilinç, sınıfsal örgütlülük ve farkındalık!...
GÜN SÖNER YAŞAMAYA!...
Gün, güne yorgun başladı geçmişin acılarıyla.
Kahrolası bir yoksulluğun karabasanında!
Sararıp solmaktaydı yaprak gibi kuruyan çocuklar…
Bulutlarla kuş seslerine, çocuk cıvıltılarına hasret sokaklar!
Krizin çöküntüleri altında çırpınanlar vardı.
Olmazlıklar bozgunundayken seçeneksiz aklımız…
Sönen günle ile birlikte, yaşamaya kırıldı yaşamak!