Kısa bir tanım yapmak gerekirse; sosyal sermayeyi, maddi, manevi ve kültürel varlıklar toplamı olarak tanımlayabiliriz. Bir başka anlatımla; sosyal sermaye, millet olmanın gereklerinden oluşur diyebiliriz. Vatan denen toprak parçası temel değişmezdir; kaynaklarda buna dahildir. Manevi varlıklar değişirse anlamlı olur, değişmez ise; değişimin ayak bağı olur. Bunların yanı sıra nitelikli özgür bireyler olmazsa olmazlar safında yer alır. Onur, şeref, saygınlık, güven, güvenirlik ve liyakat. Hiç kuşkusuz, bunlar hukukun üstünlüğü temelinde temel hakların güvenceye alınması ile olanaklıdır. Örneğin; fırsat eşitliği ve adil paylaşım sosyal güvencenin olmazsa olmazlarıdır. Sosyal sermayenin bir önemli unsuru daha var ki, o da liyakattir. Liyakat devlet, millet ve öteki varlıkların güven temelli güvencesidir. Hiç kuşkusuz, sosyal sermayede bu kapsamdadır.
Liyakat: Bilgi, beceri ve yetenek bir araya gelince liyakat vücut bulur. Liyakat demokratikliğin ve eşitliğin uygulandığının kanıtıdır. Liyakat olmazsa; yolsuzluk, yoksulluk, kayırma, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik ve bölücülük kaçınılmaz olur. Çözülme, çürüme ve ahlaki çöküntü sosyal sermayeyi tüketir!
Sosyal sermaye kaybı nedir? Sorusunu Y/Z yanıtlıyor.
“Sosyal sermaye kaybı, bir toplumun veya topluluğun sahip olduğu güven, iş birliği, karşılıklı normlar ve ilişki ağlarının zayıflaması ya da yok olması durumudur. Bu kayıp, toplumsal dayanışmayı, ekonomik gelişmeyi ve demokratik katılımı olumsuz etkileyebilir. İşte bu kavramın daha ayrıntılı bir açıklaması:
Sosyal sermaye, bireylerin ve grupların birbirleriyle kurduğu güvene dayalı ilişkiler, ortak normlar ve ağlar bütünüdür. Bu kavram:
Güven ve karşılıklı yardımlaşma Ortak değerler ve normlar Sosyal ağlar ve ilişki yoğunluğu gibi unsurları içerir. Robert Putnam, Pierre Bourdieu ve Francis Fukuyama gibi düşünürler sosyal sermayeyi farklı açılardan ele almıştır2.
Sosyal sermaye kaybı; bireyler arası güvenin azalması, toplumsal bağların kopması ve ortak değerlerin zayıflamasıyla ortaya çıkar. Bu durum:
Toplumsal kutuplaşmayı artırır Yalnızlaşma ve bireyselciliği teşvik eder Toplumsal kurumlara olan güveni sarsar Dayanışma ve kolektif hareket kapasitesini düşürür
Sosyal sermaye, sadece bireylerin değil, toplumların da refahı için kritik bir kaynaktır. Kaybı:
- Eğitim, sağlık, barınma gibi temel hizmetlere erişimi zorlaştırabilir
- Demokratik katılımı ve toplumsal sorumluluğu zayıflatabilir
- Ekonomik kalkınmayı ve inovasyonu engelleyebilir
Sosyal sermaye kaybını önlemek için:
Topluluk temelli projeler ve gönüllülük teşvik edilmeli Diyalog ve empati kültürü yaygınlaştırılmalı Güvenilir ve kapsayıcı kurumlar desteklenmeli Kültürel ve sanatsal etkinliklerle ortak değerler güçlendirilmeli”
Millet olma kriterleri ortak ön kabullerdir. Bu ön kabuller katılım sözleşmesi ile güvenceye alınır. Toplumsal sözleşme anayasadır. Bu sözleşme tüm katılımcılarını bağlar. Yetki, görev ve sorumluluk yönetenlerin uyması gerekenleri; görev ve yükümlülükler yönetilenleri, hakları temelinde bağlar. Vatandaşların bir kısmı konum ve koşullarına uygun iş bulamadığı için ülke dışına çıkmak istiyor ise; toplumsal sözleşmeye uyulmuyor demektir. Bir sözleşmede taraflardan biri sözleşmeye uygun davranmazsa ne olur? Hiç kuşkusuz, yargıya gidilir. Ya yargı bağımsız değilse?
Sosyal sermayenin en önemli kısmı nitelikli yurttaşlardır. Liyakat uygulanmıyor veya görmezden geliniyor ise; toplumsal kayıp başlamış demektir. Bu noktada sosyal sermaye erimeye başlar! Aynı süreçte orta gelir düzeyindeki vatandaşların kayıpları çoğalır. Oysa orta kesim, kelimenin tam anlamıyla toplumun omurgasıdır! Girişimin, üretimin, yatırımın ve demokrasinin beşiği…Uygulanan ekonomik politikalar bir siyasi tercihtir. Servet transferinin vizesini siyasi iktidar verir. Bu politikalar uygulanırken sosyal sermaye kan kaybetmeye başlar. Acaba biz böyle bir süreç mi yaşıyoruz?