Yankı Oda­la­rı: Her­ke­sin Her­kes­le Hem­fi­kir Ol­du­ğu Yer­ler

Bir gün he­pi­miz, yal­nız­ca kendi se­si­mi­zi duy­du­ğu­muz bir odaya ka­pan­dık.

İçe­ri­de bi­ri­le­ri vardı sanki; yorum ya­pı­yor, fikir beyan edi­yor, haber pay­la­şı­yor­du. Ama dik­kat­li ku­lak­lar­la din­le­yin­ce an­la­şı­lı­yor­du: Her­kes aynı şeyi söy­lü­yor­du. Daha doğ­ru­su, her­kes bizim söy­le­dik­le­ri­mi­zi biraz daha sert­leş­ti­re­rek, süs­le­ye­rek, slo­gan­laş­tı­ra­rak tek­rar edi­yor­du.

İşte orası: Yankı odası.

Es­ki­den kah­ve­ha­ne­de karşı fi­kir­li am­cay­la tar­tı­şır, mi­ni­büs­te yan kol­tuk­ta­ki tey­ze­nin başka par­ti­yi des­tek­le­di­ği­ni öğ­re­nir, kom­şu­nun ço­cu­ğuy­la tar­tı­şa tar­tı­şa bü­yür­dük. Şimdi al­go­rit­ma­lar, bizim gibi dü­şü­nen­le­ri bize ge­ti­ri­yor, aynı doğ­ru­lar­la yoğ­rul­muş yüz­ler­ce he­sa­bı önü­mü­ze se­ri­yor. Karşı fi­kir­le kar­şı­laş­mak değil me­se­le artık; onun var­lı­ğı­nı bile unu­tu­yo­ruz.

Go­og­le'da aynı ke­li­me­yi ya­zı­yo­ruz ama fark­lı so­nuç­lar çı­kı­yor kar­şı­mı­za. Fa­ce­bo­ok bize "en çok be­ğen­di­ği­miz" ha­ber­le­ri ge­ti­ri­yor, Twit­ter bizi “aynı öf­ke­ye” sahip in­san­lar­la eş­leş­ti­ri­yor. Ins­tag­ram bile al­go­rit­mik şef­kat­le kimin hi­kâ­ye­si­ni iz­le­ye­ce­ği­mi­zi se­çi­yor. Tıpkı bir an­ne­nin ço­cu­ğu­na yal­nız­ca sev­di­ği ye­mek­le­ri ye­dir­me­si gibi.

Ne var ki bu di­ji­tal anne, bizi bü­yüt­mü­yor; yal­nız­ca şı­mar­tı­yor.

Dün­ler­de “ço­ğul­cu­luk” diye bir değer vardı. Her­ke­sin aynı şeyi söy­le­me­si değil, fark­lı­lık­la­rın ko­nu­şu­la­bil­me­si yü­cel­ti­lir­di. Şimdi “çoğul ses” değil, “yük­sek ses” ödül­len­di­ri­li­yor. En çok ba­ğı­ran, en çok be­ğe­ni alan olu­yor. Dü­şün­ce değil, yankı öne çı­kı­yor.
Yankı oda­la­rı yal­nız­ca fi­kir­le­ri değil, duy­gu­la­rı da filt­re­li­yor. Öfke, korku ve aşa­ğı­la­ma… Bun­lar al­go­rit­ma­la­rın fa­vo­ri­si. Çünkü en çok tık­lan­ma, en fazla pay­la­şıl­ma orada. Oysa merak, em­pa­ti, şüphe? Onlar çok ses­siz ka­lı­yor bu di­ji­tal ker­van­da.

Belki de en büyük ma­ni­pü­las­yon, se­si­mi­zin bize ait ol­du­ğu ya­nıl­sa­ma­sın­da saklı.

Çünkü yankı oda­sın­da yal­nız­ca ko­nuş­mu­yo­ruz; as­lın­da ko­nuş­tu­ğu­mu­zu zan­ne­di­yo­ruz. Ve her­ke­sin bizim gibi dü­şün­dü­ğü­nü sa­na­rak, dün­ya­nın da bizim gibi dü­şün­dü­ğü­ne ina­nı­yo­ruz.

Ama ka­pı­dan dı­şa­rı çık­tı­ğı­mız­da —ger­çek bir mey­dan­da, bir so­kak­ta ya da san­dık ba­şın­da— büyük bir şaş­kın­lık ya­şı­yo­ruz: “Nasıl yani, her­kes benim gibi dü­şün­mü­yor muy­muş?”

İşte yankı oda­la­rı bu yüz­den teh­li­ke­li: Bizi yal­nız­ca ya­nıl­gı­ya değil, yal­nız­lı­ğa da sü­rük­lü­yor.

Ka­pı­lar ka­pa­lı, ses­ler kop­ya­lan­mış, fi­kir­ler ste­ri­li­ze edil­miş bir di­ji­tal ev­re­nin için­de, sa­de­ce ken­di­mi­ze ben­zi­yo­ruz.

Peki ya baş­ka­la­rı?

Onlar belki de başka bir yankı oda­sın­da, bizi "sus­tu­rul­ma­sı ge­re­ken" ola­rak iz­li­yor.

Ve işte de­mok­ra­si bu­ra­da yi­ti­yor: Düş­man ya­rat­mak kolay, mu­ha­tap ya­rat­mak zor­dur.

Yankı oda­la­rı­nın du­var­la­rı­na çar­pan ses­ler ara­sın­da değil; ses­siz­ce bir­bi­ri­mi­zi din­le­di­ği­miz yer­ler­de ye­ni­den bu­luş­mak di­le­ğiy­le...