CHP’li misin?
- Haydi canım sende…
ADD’li misin?
- Acccık, ucundan…
Aydınlanma, kültür, derinlik falan?..
- Yok canım, daha neler…
Peki nesin?
Bizce kısaca şöyle:
Kendini yetersiz hisseden, çoğu zaman değersizliğini bastırmak için saldırganlığa başvurur.
Çünkü yok sayıldığını sandığı yerde varlığını duyurmanın tek yolu, bağırıp çağırmaktır.
Her nasılsa eline geçirdiği koltukları, kurumları, insanları ve çeşitli aparatları kullanmak ve bir saldırı silahı haline dönüştürmektir.
YANİ;
Kolayca anlaşılacağı üzere saldırganlık bu noktada bir savunma biçimidir.
Benliği koruma, görünür olma çabasıdır.
Kendini yetersiz hisseden insan, çoğu zaman sessiz bir çöküşü gizler içinde. O sessizliği dayanılmaz bulduğunda ise, ağzına dolan öfke salyalarını yutmamaya çalışır.
Çoğu saldırgan, aslında kanayan bir yarasına tuz basmaya çalışır.
İçten içe tümü ile silinmekten, görünmez olmaktan korkar.
Saldırganlık, değersizlik duygusunun en gürültülü maskesidir.
Bu sayın kişide beğenilme, alkışlanma, takdir edilme ihtiyacı öne çıkar.
Kişi kendini “vitrin”de tutarak, başkalarının gözündeki yansımayla içsel boşluğunu doldurmak ister.
Bu, aslında yetersizlik duygusuna karşı geliştirilen bir zırhtır.
Oysa, gerçek varoluş, başkasını bastırarak değil, kendi yetersizliğini kabullenerek başlar.
Bu bir kısır döngüdür:
Yetersizlik hissi → görünür olma arzusu → geçici doyum → içsel boşluk → yeniden yetersizlik hissi…
OYSA gerçek çözüm, vitrini daha da parlatmak değil, içerideki yetersizlik inancının kaynağıyla yüzleşmektir.