Normal ve insan onuruna yaraşır bir yaşamı sürdürebilmemiz için yapmamız gerekenleri gerektiği zamanda ve gerektiği gibi yapmazsak; bunlara çözülmesi gereken sorunlarda eklenince, yükümüz çekilmez hale gelir! Dahası, mevcut olumsuz konum, olmak ya da olmamak konusunda karar vermek zorunluluğunu kaçınılmaz kılar. Ya bu kararlar verilmezse ne olur? Toplum, beka sorunu ile karşı karşıya kalır. Varlık sürdürme olumlu dengeler dizgesidir. Bazı şeyler bozulmaya başlar, onlarla etkileşimde olan her şey kendi payını alır. Bu olumsuz gelişme yozlaşmayla başlayıp çürümeyle devam eder.

Sığınmacı fazlası güncel bir örnektir. Eğer akılcı çözümler uygulanmaz ise; bozulan demografik yapı, ülke bütünlüğünü tehdit eder hale gelir. İşte bu bir beka sorunudur! Sığınmacı fazlalığı, şehirlerin işgalini gündeme taşımaktadır(!) Fazlalık örneğine işsizlik fazlasını, mantıksız özelleştirme fazlasını, yoksulluk fazlasını, vatandaşlığın mülk alımına bağlanmasını ekleyebiliriz. Vatandaşlığın para ile satılmasına ilginç bir örnek verdi Hüsnü Mahli. Örnek yaklaşık olarak şöyle ifade edildi., Şimdi dört yüz bin dolar olan vatandaşlık iki yüz elli bin dolar iken parayı basıp vatandaşlık alan biri bu hakkı maaile kazanıyor. Adamın dört eşi onlarca çocuğu ve onlarca torunu olabilir. Vatandaşlığa aldığımız kişi için tek koşulumuz bu mülkü üç yıl geçmeden satamaz. Ve adam üç yıl sonra aldığı mülkü beş yüz bin dolara satıyor ve biz ona vatandaşlığın yanı sıra bir de iki yüz elli bin dolar vermiş oluyoruz(!) Üstelik öteki kişilerde dikkate alındığında, vatandaşlık dahada ucuza satılmış oluyor(!)

 Beka söylemi ile anlatılmak istenen şeyin, sorunsuz kalıcılık olduğunu dikkate almalıyız. Ülke varlığını, sorunsuz olarak sürdüreceği koşulları yaratmakla yükümlüdür yönetenler. Bu her şeyden önce bir ön görebilirlik sorunudur. Ön görülecek şey, ülkenin geleceğini etkileyecek kararlar konusunda titiz davranmayı gerektirir. Yönetime talip olmak, böyle bir yükümlülüğü üstlenmeyi gerektirir. Ülkeyi yolgeçen hanına çevirmek akılcı bir yaklaşım değildir, adil değildir, hukuki değildir ve ahlaki değildir. Yozlaşma; haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk, kayırmacılık ve duyarsızlık halidir. Kurumlar bozulmaya başlayınca, demokrasiden uzaklaşmak kaçınılmazdır. Çürüme ve yozlaşma bir sarmala dönüştüğünde ölüm sarmalı sinsice ve adım adım ilerler.
Yetmezlikler için dış ticaret açığı, teknoloji açığı, bilgi açığı, eğitim yetmezliği, sağlık açığı ve güvenlik açığından söz edebiliriz. Bu konular devletin birincil görevi ve kamu yararı ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenlerden dolayı da beka ile ilişkili sorunlardır.
Ülkede istikrarsızlık var ise; büyük yığınlar sorunlu iken, kazanan küçük bir azınlık sorunsuzdur. Oysa istikrar kişilerin, kurumların veya toplumun belirli kesimleri için değil; tüm ülke için geçerli olmalıdır. Tüm ülkeyi temsil eden geçerlik göstergesi, demokratiklik ve laikliktir. Buna fırsat eşitliği ile adil paylaşımı da eklemeliyiz. Bunu sağlayacak olan ise, liyakatli kadrolardır. Kurumlar yasal gereklilikleri ve ilkelerini dikkate alarak ve ayrım yapmaksızın uygulamalara yönelmeli ve kendisine olması gereken güveni sarsmamalıdır. Kurumlar bir biçimde bozunuma uğrarsa, devletin ayakta kalması zorlaşır(!)

Çürümekle yozlaşmak iç içe geçen süreçlerde bir sarmal olarak ortaya çıkar. Hiç kuşkusuz, öncül olan yozlaşmadır. Bilimden, eğitimden, demokratiklikten, eşitlikten ve liyakatten uzaklaşınca yozlaşma kaçınılmaz olur. Yozlaşma alışılır hallerden olunca, kaçınılmaz olarak çürümeye evrilir(!)

İstikrar ve adalet sözde eşitliğe feda edilmemelidir. Eşitlik adaletin ön gereklerindendir ama tek başına yeterli olmaz. Adalet, paylaşımda fırsat eşitliğini gözettiğinde ortaya çıkar ve kendisini görünür kılar. Bu görünürlük aynı zamanda insani ve toplumsal olumlamadır. Eşitlik adalet ile yaşama uyarlanmaz ise, sadece aksak kalmaz aynı zamanda eşitsizliğin tescili anlamına gelir. Bu durumu bir örnekle tamamlayalım. Varsayalım ki, üç kişi bir çitin arkasından bir şeyler izlemektedirler. Bir seksen boyunda olan, çitin üstünden seyirlik alanı görebilmektedir. Bir elli boya sahip olan ikinci kişi çitin üstüne erişemediği için bir delikten alanı görmeye çalışmaktadır. Üçüncü kişi ise, seksenlik boyu ile bulabildiği bir yarıktan alanı görmeye çalışmaktadır. Üç kişinin bu seyircilik hali eşitliğe uymaktadır. Peki, bu eşitlik yeterli midir? Kesinlikle yeterli değil. Olması gereken ne? Eşitliği, fırsat eşitliği ile; yani adaletle takviye etmek gerekmektedir. İkinci kişiye otuz santimlik bir tabure, üçüncü kişiye de bir metrelik bir tabure verebilmektir. Burada koşulları bireylere göre uyarlama bir fırsat eşitliğidir. Bu fırsat eşitliği yaşamın her alanında ve ülke genelinde uygulandığı zaman; temsilde adalet ile yönetimde istikrar ilkesi gerçekleştirilmiş olur. Gerçek beka, bu dengeyi kurarak sürdürebilmektir.

Geçici sığınmacılar sorunu ülke yararına ve kamusal haklar gözetilerek çözülür ise; beka sorunu olmaktan çıkar. Aksi taktirde ülkemizin işgal edilmesine seyirci kalırız(!)