İnanmak yaşamın temel dayanaklarındandır. İnanmanın büyük bölümü beklenti ve umuttur.Milliyetçiler söylediklerine inanır,Dinciler inandırıldıkları şeyleri söyler,Devrimciler; görerek, dokunarak algıladıklarıyla birlikte, değişimin değişmezliğine inanır!

Sorun inanmakta veya inanmamakta değil, asıl sorun inancını katılaştırarak değişikliğe ve esnekliğe şans tanımamaktır. Sıfırdan inanca yönelebilmek, inancın esnekliğini gösterir. İnanç, varlık sürdürmenin, çevresel koşulların etkisi ve katkısıyla oluşan ve ön kabullere dayanan bir varsayımdır. Burada yaşam için olması gerekenlerle yaşamı etkileyen tüm koşulların kesiştiği ya da birleştiği bir noktadan söz ediyoruz. Birden fazla değişken aynı potada buluşunca veya buluşturulunca, amaca dönük şeylerin yoğunluğu artar. Yoğunluklar birliktelikleri pekiştirirken, varsayılan ayrıcalıkları dokunulmazlıklara dönüştürür. Bunun adı “tabu” yani dokunulmazlığı olan yasaklı alandır. Yasak, dokunmayı olduğu gibi irdelemeyi ve soruşturmayı da yasaklar(!) Biat denen şey, bu noktada devreye girer. Kabulcüler için genel geçer emir şöyledir; “Soru sorma, itaat et!” Ruhbanlar bu yaratılmış dokunulmazlık alanlarında, egemenlerin haksız ve hukuksuz çıkarlarını güvenceye almak için çaba harcarlar. Bu rıza üretme çabalarının karşılığını fazlasıyla alarak; üretmeden ve yaratmadan el konan üretimlerden paylarını alarak geleceklerini güvenceye alırlar. Ayrıca tüm yararsız ve zararlı girişimlerini sürdürürler(!) Çünkü inançlar kişisel çıkarlar için kullanıldığında insanlık için zararlı olmaya başlayabilir…

Bir toplum kesitinde bu grupların var olduğu görülür. Bizdeki toplumsal formasyon fotoğrafında devrimciler dışında kalan toplumsal odakların aynılaşmaya yöneldiklerini görebiliriz. Yeterince gelişmemişlik ikliminde vücut buldukları görülür. Farklılıkları açıklanabilir ve inandırıcı gerekçelere dayanmaz. Bu örtük akrabalık, çıkar ortaklığı koşullarında su yüzüne çıkar. İnançlı olanlar, milliyetçilik kostümlerini sergilemekten kaçınmazken; milliyetçilerde inançlı kesimin özel koşullardaki dokunulmazlıklarından yararlanarak birtakım olanaklara erişirler. İki kesimin hoşnutluğu yeni bir savunma hattında kucaklaşır! Oportünizmin her türlüsünün yeşerdiği bu alanda; yasalar, kurumlar ve kurallar çıkarlardan yana esnetilir. Devletten beslenmekle, devleti her katılımcı bireyin yararlanacağı biçimde düzenleme çabasında olmak çakışmaz ama çatışır(!) Şöyle bir söylem var; “Solcular birbirini yerken, sağcılar devleti yer!”

Değerlerimiz dendiği zaman, ona inanan ve konumları, koşulları gereği inanmak durumunda olan bir topluluğu işaret etmiş oluruz. Ortak değerler ne kadar çoğaltılırsa, bireyler arasındaki bağlar o ölçüde güçlenir. Ortaklık örüntüsü kavrayıcı ve bağlayıcı olur. Bunları söylerken, milletten ve milleti birbirine bağlayan kültürel harçtan söz ediyoruz. Birlikteliklerin temelinde ortak değerler var. Bu noktada inanma olgusu devreye girer. Hiçbir inanç kendiliğinden devre girmez ama bazı özel ajanlar aracılığıyla yığınlarla buluşturulur(!)

Ortak değerleri tahrip eden, kollama ve kayırma yaklaşımlarıdır. Çünkü kayırma ve kollamalar öncelikle eşitliği bozar. Buna katkı sunan bir başka olumsuz etken ise; adil olmayan paylaşımlardır. Özgür bireylerin bu konudaki sağlıklı yaklaşımı; kendisine yapılmasını istemediğini başkalarına da yaptırmamaktır. Bu, birliktelik ortaklık ve güven çemberini oluşturur.

İnanç güçlenince masumiyetini yitirir!   

Elinden tutulmayan düşler yetim kalır! 

İhanetin yücelttiği, yükseldikçe batar.                                                        

İhtiyaç öğrenmenin itici gücüdür.

Ucuz insan, pahalı bedel ödetendir.

Ötelemeler, biriktirmekten öteye gitmez!

Ülkeleri yıkan, cehalet ile ihanettir!   

Yürümeyi unutan su çürür!