Seçmek, yaşam karşısında tavır almak ve tarafını belirlemektir. Kişilerin seçimlerinin kesinlikle kendi yararlarına olduğunu iddia etmek olası değil. Yemlenen, yanıltılan ve yönlendirilen seçiciler, kime veya kimlere hizmet ettiklerini bilmeyebilirler. Bunun için sınıf bilincine sahip olmak ve örgütlü olmak gerekir. Paylaşımlardan adil olarak pay almak isteyenler bir biçimde varlıklarını hissettirmelidirler. CİA’nın Türkiye İstasyon Şefi Paul Bernard Henze’nin Beyaz Saraya sunduğu raporda var:

“Dülger CİA eski Türkiye şefinin 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu raporda; Türkiye’nin bu şekliyle ABD politikalarının yanında olacağından emin olamayız, ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde meclis, meclisi ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza çıkıyor” deniyor. “Eğer ABD’nin çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulmasıysa, mutlaka ve öncelikle yargıyı, orduyu, Meclis’i ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Tek adamı ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır” deniyor. Çünkü neden biliyor musunuz? Eğer o bir kişi ABD çıkarlarına yardım etme konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş bir yapıyı yıkmak ABD için sorun olmaz. Sonuç olarak bu Anayasa değişiklik paketi, bir ABD projesidir.”

Üstteki alıntı seçme ve seçilme olay ve olgularının, bağımsızlıkla çok yakın bir ilişkisinin olduğunu gösteriyor. Seçmek, özgür iradi tercih kullanmaktır. Seçim ile özgürlük ilişkisi dikkate alınması gereken bir fiili durumdur. Seçmek sadece sıradan bir tercih olmayıp, aynı zamanda olası istenir sonuçları da öngörebilmektir. Sonuçlar gündeme geldiğinde, seçme ve seçilme özgürlüğünün anlam ve önemi daha bir anlaşılır olacaktır. Çünkü seçme edimi, özünde kendini bilinçli olarak; haklar, menfaatler ve beklentiler açısından güvenceye almaktır. Bu noktada denkleme “bilinç” olgusu dahil olmaktadır. Bilinç, yaşama ideolojik olarak yaklaşmayı gerektirir. İdeoloji her koşulda sınıfsal konumu yansıtır. İdeoloji bir özgür bireyin mevcutlar temelinde, istem ve beklentilerinden oluşur. Yani ideoloji, istenir yaşam biçimini bilinçli olarak tercih etmektir. Ülke ve millet olguları kapsamında tüm maddi varlıklar, hiçbir koşul ileri sürülmeksizin tüm vatandaşlara aittir. Buna karşın, sermaye kesimi bu ortak olan varlıklara tek başına el koyar ve kendi denetimlerinde olan devlet aygıtları ve organları da bu fiili duruma kılıf uydurur. Bu olgu egemenlerin tüm olay ve olgulara bilinçli olarak ve ideolojik olarak yaklaştığının en belirgin kanıtıdır. Seçimin anlam ve önemi bu gerçekler ışığında daha bir önem kazanıyor.

Toplumsal çatışmaların temelinde, ideolojik yaklaşımlar var. İdeoloji sınıfsal çıkarların amentüsüdür(!) Bu olay daha basit biçimde anlatılmak istendiğinde şunu söyleyebiliriz; toplumsal çatışmaların temelinde, paylaşım sorunları yatar! Biz paylaşım diyoruz ama toplumda egemen olanların, paylaşmama istem ve çabaları sorunlara neden olur. İşte bu noktada da toplumsal güç odakları devreye girer ve her kesim gücü oranında pastadan pay alır. Egemenler paylaşma zorunluluğu karşısında uzlaşma oyunlarıyla sonuç almaya çalışırlar; paylaşımın kendilerinin koydukları kurallar çerçevesinde yapılmasını sağlarlar. Bu nedenle paylaşımların rotası, merkezden çevreye doğrudur. Ayrıca bu süreçte pek adil olarak davranılmaz ve kayırmacılık yapılır.

Bütün bunların seçimlerle olan ilişkisini kavramak sınıf bilinciyle ilişkilidir. Egemenler kendi çıkarlarını güvenceye alacak eğitimleri yaparken; emekçilerinde kendileri için eğitim talep etme ve belirleme hakları olmalıdır. Bu taleplerin yaşama geçirilmesi için; sorunlara ve çözümlere mutlaka bilinçli olarak yaklaşmak gerekir. Bu gereklilikler seçim tercihleriyle ilgilidir. Seçim olayına sınıf bilinciyle yaklaşan seçmen neleri nasıl isteyeceğini bilmelidir. Bütün bu nedenlerden dolayı, bilinçli seçmen yönetilen değil, yöneten seçmendir.

Sadece seçmenin bilinçli ve özgür olması yetmiyor. Özgürce seçebileceği seçeneklerinde olması gerekir. Yoksa biri çıkar; “Tıpış tıpış gideceksiniz(!)” der. Ve bunu diyenlerin sunduğu aday, seçmenin kabul etmediği biri olabilir. Eklemettin vakası böyle bir şeydi. Yani seçmen kendisine dayatılanı değil, kendi istediğini seçebilmeli. Bunun için ön seçim, tüm seçmenlerin katılımı ile gerçekleştirilmelidir. Dikkatlerden kaçırılmaması gereken şey; yerel yönetimler için, tüm vatandaşlar ön seçici olabilmelidir. Yerel yöneticiler, doğrudan katılım ile belirlenmelidir. Ben kasabamda veya mahallemde sadece kendi partim için değil, başka partilerin adayları içinde görüş ve istemlerimi dillendirebilmeliyim. Çünkü, başka bir partiden kazanacak olan kişi, yaşantıma ilişkin kararlar verecek kişi olacaktır…