Alkışlar gülümsemeli tutkulu bakışlarla…

Arınmalı insanlık onuru hoyratlıklardan;

Yürek ateşlerinin yığınsal yangınlarında.

Çoğaltmalı barışla kucaklaşan kurtuluşları!...

Egemenler çıkarlarını, sıradanların çıkarlarıymış gibi sununca; onu savunmak sıradanların kaçınılamaz görevlerinden olur(!) Egemen çıkarını önce kendisi dillendirir, sonra da sıradanlar onu savunmayı öz görev sayarlar.

Milliyetçilik, aidiyetine sahip çıkmak savıdır ki; kendisi olmaktan çok, istenir olmak özentisi içinde olmaktır(!) Ve bu olmak gerçekte tam olamamaktır!

Din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeyen sermayenin, daha çok kazanmak veya kazancından zarar etmemek için yaşam savaşı veren kitlelere; öteki canlılara ve doğaya acımasızca, gaddarca ve hunharca saldırdığı bir ortamda evrensel barışın sağlanması ve sürdürülmesi oldukça zor gözükmektedir! Çünkü egemenler, yapay farklılıklardan yararlanmakta uzmanlaşmışlardır. İnsan olmakla yakalanan ortak payda; din, dil, ırk, cinsiyet, renk ve inanç ayrımcı çatışmalarda malzeme olarak kullanılmaktadır. Çıkarcı güruhun haksız ve hukuksuz eylem ve işlemlerinin gözden ırak tutulması için bu türden örtülere gerek duyulur. Bu ise, her konum ve koşulda barışın baltalanması anlamına gelir. Süleyman Demirel’in şöyle bir söylemi vardı; “Silah üreten barış ister mi? İlaç satan sağlık ister mi? Din satan ilim ister mi?”  Bu söylemden çıkan şu; egemen ideolojilerin politik ve ekonomik tercihleri, barışın temellerini dinamitlemektedir!

Uluslarüstü sermayenin azgın dayatmaları, yöresel bazda etnik ve dinsel grupları çatışmalara itmektedir. Düşük yoğunluklu vekalet savaşları silahların üretimini ve tüketimini bir biçimde güvenceye almaktadır. Aynı bağlamda savaştan yararlanan aracılarda savaşların sürmesinden yana tavır alabilmektedirler! Zaten bilinçsiz yığınların sürüldükleri yere gitmekten başka seçenekleri yoktur.

Sorunun tüm boyutlarını vurgulamak açısından, gizli veya açık sermaye örgütlerini anımsamak gerek. Uluslarüstü sermaye, medya; ulusallığı boşaltılmış devletler, ordu, polis ve güvenlik örgütleri, din kurumları, siyasi partiler, sarı sendikalar, eğitim kurumları ve illegal sermaye örgütleri…

Tarihin her döneminde egemenler kendilerine; haksız çıkarları ve hukuksuz el koymalarına karşı olan kişi, oluşum ve sivil kurumları devre dışı bırakmak için, itibarsızlaştırma silahını kullanırlar. Hain, bölücü, yıkıcı, işbirlikçi, ajan gibi sıfatları acımasızca kullanırlar(!) Ellerindeki sınırsız olanaklar nedeniyle bu araçları kullanmaktan kaçınmazlar! Sattıklarının ve çaldıklarının faturasını halka çıkarırlar…

Hiç kuşkusuz, barışın düşmanları, savaşlardan çıkar sağlayanlardır. Bunun için onlar ne yetimleri ne de öksüzleri hiç önemsemez. Çünkü onlar yaşamın gerçek düşmanıdır;  onlar, umudun, yarınların, birlikteliklerin düşmanıdır! Yoksulların ve çaresizlerin gırtlağına saldıran kanlı ellerden yanadır onlar…Şafağın, aydınlığın, güneşin ve filizlerin, sürgünlerin ve tomurcukların düşmanıdır onlar! Onlar renklerin, aydınlık suların ve akarların, denizlerin, atmosferin, güzelliklerin ve yarınların düşmanıdır onlar! Kısacası onlar, kendilerinin olmayan her şeyin düşmanıdır!

Evrensel barışın ateşi o kadar gür yakılmalı ki, ısıtabilmeli tüm insanlarını bedenini…Arındırabilmeli akarları ve denizleri. O denli gür yakılmalı ki barışın ateşi; ayıklayabilmeli atmosferin ayrıksılarını. Ve alabilmeli tüm varlıkları koruyucu kanatlarının altına. Yıldızlar yitirmemeli ışıltılarını, güneş yeniden ve yeniden üretebilmeli istenir yaşamları. Hiç soğumamalı yaşam teninin yaşatan sıcaklığı!

Kış gününde yalınayak çocuk gördüğümde;

Acıdan kanamaya başlar yüreğim!...

Geleceksiz kalır düşlerim.

Yaşam yetimi olarak ne yapacağımı bilemem!