Birleşmek amaç ortaklığı ile yola çıkmak ve olası yükleri paylaşırken aynı şekilde olabilirlikleri de paylaşmayı amaçlar. Birleşmek özünde bir dayanışmadır. Dayanışma güven temelli olduğu zaman bir yığın olası sorunların aşılmasına yardımcı olur. Başarılı birliktelikler yeni birlikteliklere kapı aralar. Temel amaç, birleşerek sorunları çözmek, refah düzeyini artırmaktır. Birliktelikleri mutluluklarla taçlandırmaktır.

“24 Ocak 1980 Kararlarının uygulanabilmesi için 12 Eylül askerî faşizmine ihtiyaç duyuldu. 2000 programının uygulanabilmesi için ilk tökezlemede DB başkan yardımcısı gönderildi ama yetmedi, siyasal İslamcı bir partinin kuvvetli bir din istismarı eşliğinde iktidara taşınması gerekti. Dünyada düşük faizli kaynak bolluğunun yardımıyla istikrar programının halk üzerindeki yükü kısmen hane halkının borçlanma imkânlarının büyütülmesiyle aşıldı.

Şimdi Haziran 2023’ten itibaren yeniden örtük bir IMF programı yürürlükte. Dinci-milliyetçi despotizm, geniş emekçi kitlelere kısa sürede çok ağır yükler bindirilmesini sancısız yapabilmek istiyor, ancak ellerindeki ikna araçları tükeniyor. Paçalardan akan yolsuzluklar ve giderek tırmandırılan yoksulluk artık bu iktidarın toplumla arasındaki köprüleri atıyor. Ne din istismarı ne Suriye avuntusu vs artık kesmiyor. Bu koşullarda üç Y’nin üçüncüsüne yani “yasaklara” daha fazla alan açmak gerekiyor; giderek yerleşen İslamo-faşizmin daha sert önlemlerle alana çıkması şart oluyor. Bir süredir muhalefet üzerinde yoğunlaşan yargı-kolluk baskıları ve kumpasları tam da buna karşılık geliyor. Demek ki bu yolda ısrarlı olunacaktır. Özellikle de Kartalkaya faciası gibi siyasi cürümlerinin sorumluluğundan kurtulmak için. Üstelik bu artık geçici bir durum olmayacak. Yani “demokrasi bir başka bahara” halinde bile değiliz. Siyasi münavebeyi kendisi için sadece siyaseten değil birikmiş cürümleri nedeniyle hukuki olarak da bir ölüm fermanı gibi gören bir siyasetin iktidara tırnaklarını geçirmesi durumuyla karşı karşıyayız.

Bu nedenlerle dozu giderek tırmanan, sadece muhalefete değil gerçekleri dile getiren, eleştirel tutum takınan her çevreye, başta medya ve siyasilere misliyle vuran, hatta vicdanını dinleyen kendi yargı mensuplarına/bilirkişi heyetlerine engelleme getiren… neo-faşist rejim pekişiyor. Uğur Mumcu’ların değeri de tekrar tekrar anlaşılıyor.

Bu sürece karşı Cumhuriyetçilerin örgütlenmesi ve toplumsal mücadelenin kitleselleştirilmesinden başka çare bulunmuyor. Elbette bu örgütlenme ve mücadele, siyasi öncülüğü gerektiriyor.” (OĞUZ OYAN- BİRGÜN 26.01.2025)

Oğuz Hocamın çizmiş olduğu çerçeve bugünkü sorunlarımızın kaynağını işaret etmektedir.2002’den sonra uygulanan politikalar kesinlikle halkın yararına değildir. Halk derken, kamunun öznesi olan genel çoğunluktan söz ediyoruz. Kötüye gidişin başlangıcı 12Eylül faşist darbesidir. Sermayenin mutemedi olan Turgut Özal ülke yararına değil, ülkenin egemenlerinin yararına olacak politikalar uygulamaya çalışmıştır. Darbeye neden olan emek örgütlerini faşist cunta paramparça etmiştir. 12 Eylül’ün hedefinde emekçiler ve onların örgütleri vardır. DİSK Davası ve Barış Derneği ile ilgili toplumu hedef alan davalar bu savın kanıtıdır. Bu olumsuz gelişmelerin ardından özelleştirmeler başlatılmıştır. Halka ait olan varlıklar bazı kurum ve kişilere peşkeş çekilmiştir. Ancak, toplumun dinamik kesimleri eski alışkanlıklarıyla bu gelişmelere karşı durmaya çalıştı. Sendikalar ve Mümtaz Hoca büyük bir hukuk savaşı vererek bazı özelleştirmeleri engellediler.

Özelleştirmenin temel mantığı ile, kamuoyuna anlatılan masal çakışmamaktadır. Kamunun hantal oluşu ve piyasa koşullarına ayak uyduramayışı savı ileri sürülmüştür. Hizmetin kalitesinin artacağı, fiyatının daha uygun olacağı, yeni teknoloji getirileceği ve istihdamın artırılacağı savı ileri sürülmüştür. TEKEL’in, SEKA’nın ve Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde bu ileri sürülenlerin hiçbiri gerçekleştirilmemiştir. TEKEL daha sonra astronomik fiyatlarla el değiştirmiştir. SEKA, sosyal tesisleri ve arazisi ile alış fiyatından daha fazlasına hurdaya satılan makineleri için alınmıştır. Sözün özü, talan ve yağma özelleştirmeleri yapılmıştır. Bunların yanı sıra stratejik işletmeler yabancılara satılmıştır. TELEKOM en tipik örneklerden biridir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, ülkenin %70’e yakınında maden arama ruhsatı verilmiştir.

“Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan geleceksizliğe mahkûm edilmiş gençlerin; yaşam savaşı veren emeklilerin, sokaklarda öldürülen kadınların, ürünleri yok pahasına kapatılan tarım emekçilerinin, yoksulluğa terkedilen işsizlerin ezilen sömürülen işçilerin bunca hukuksuzluğa karşın hak mücadelelerini yükseltmesinin nedeni tek adam rejiminin onlara reva gördüğü bu düzendir. Bu nedenle Türkiye’nin çıkış yolu; barışın demokrasinin gelişmesi muhalefetin kendini birleşik bir hareket olarak örgütleyebilmesinden geçiyor.

Evet gerçekten de ülkenin yeni özgürlükçü bir Anayasa’ya, seçim sistemi ve siyasal partiler yasasındaki köklü değişikliklere ihtiyacı var, barışa ve demokrasiye ihtiyacı var. Bunun yolu da bugünkü iktidardan kurtulmaktan geçiyor. (Ortadoğu’ya ayarlı yeni anayasa. Birgün Pazar, Sol Parti kolektifi)”

Toprağın altındakini yağmacı madenciye verirken üstündekileri feda etmek akılla ve mantıkla bağdaşır bir yaklaşım değildir. Kim, neden ve nasıl birleşecek sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Hiç kuşkusuz, bu ülkenin gerçek sahipleri ülke yararı doğrultusunda birleşmek zorundadırlar. Dahası fazlaca zaman kaybetmeden ilkeli birliktelikler öncelikli sorun çevresinde örülmelidir. Böyle bir yaşamsal olgu gerçekleştirilerek kotarılabilirse, ülkemiz, çağımız için bir ilk daha gerçekleştirmiş olur. Cumhuriyetin kuruluşu açık işgallere karşı bir meydan okumaydı ve başarıya ulaştı! Atatürk’ün açtığı bu çığırdan yürüyen öteki bağımlı uluslar bağımsızlıklarına kavuştular. Şimdi söz konusu olan emperyalistlerle iş birliği yapanların yarattığı iç işgallerdir. Bu iç işgal çemberi kırılabilirse; özgürlük ve bağımsızlık adına bir ilk daha gerçekleştirilebilir!...