TDK’ye göre yetki: “Bir görevi, bir işi yasaların verdiği imkânlara göre, belli şartlarla yürütmeyi sağlayan hak, salahiyet, mezuniyet.” Biçiminde formüle edilmiş.
Konusu, kapsamı, alanı, süresi ve sınırları belirtilmeyen bir yetki kullanımı yasal olmayacağı gibi, hak ihlallerine de neden olabilir. Bizim tartışmak istediğimiz yetki siyasi yetkidir.
Yetki kullananların uyması ve özellikle dikkat etmesi gereken belirlenmişliklerin ve sınırların olduğu bilinmelidir. Ülke çıkarı, kamu yararı ve temel hakların gözetilmesi bunların önde gelenleridir. Bunların ayrıca tekrar edilmesi gerekmez çünkü, bunlar zorunlu ön kabullerdir.
Siyasi alanda yetki kullanımı alışılmış yaşamı sürdürme doğrultusunda olmalıdır. Yöneten partinin plan ve programları çerçevesinde dillendirilmiş olan konularda olmalıdır.
Temel haklara ilişkin olarak, kısıtlama içerir biçimde yetkiler, sadece gecikmesinde sakınca görülen hallerde kullanılmalıdır. Özel durumlar için alınan acil önlemler genelleştirilmemelidir. Önlemi gerektiren neden ortadan kalktığında ya da kaldırıldığında, önlemde ortadan kalkmalıdır.
Temsil yetkisi seçilmişlere verilir. İktidar bu yetkiye dayanarak hareket eder. Aynı şekilde, muhalefet de bu yetkiye sahiptir. Özellikle kritik süreçlerde alınan kararlar en geniş temsil tabanına oturtulmalıdır. Bu gibi durumlar iktidar ile muhalefetin uzlaşmasını gerektirir. Kitlelerin kaynaşması, dayanışması ve güvenle hareket etmesi buna bağlıdır. Bu incelikli gerekliliklere uyulmadığında birliktelikler engellenmiş olur. Amaç, kamusal yararlar temelinde çözümler üreterek vatandaşlara hizmet etmekse; demokratik kurallara uymanın bir görev olduğu unutulmamalıdır.
Yetki kullanımı meşruiyetini anayasadan, yasalardan, kurumlardan ve kurumsal ilkelerle teamüllerden alır. Yasalarla tanınmayan bir yetkiyi hiçbir kurum veya kişi kullanamaz! Beklenmedik bir anda ve ilk kez karşılaşılan bir durumda ise; başına buyrukluk değil, en geniş mutabakat tercih edilmelidir. Bu şeffaflık, denetlenebilirlik ve hesap sorma haklarını da içerir. Parayı veren seçmen bunun nereye, neden harcandığı konusunda bilgi sahibi olmak ister. Hukuk devleti olmak ve demokratiklik bunu gerektirir.
Her koşulda yetki kullanılırken kamu yararı temel alınmalıdır. Kişi veya gruplar lehine yetki kullanılmamalıdır. Özellikle aflar söz konusu olduğunda kamu yararına dikkat edilmelidir. Ayrıcalık tanımak, vergi affı, teşvikler bireyler için inandırıcı gerekçelere dayandırılmadığı sürece kullanılmaması gerekir.
Konu ile ilgili olan iki alıntıyı yorumsuz olarak okurlarımla paylaşmak istiyorum:
“Büyük sermaye, ABD emperyalizminin yardımıyla siyasal İslamı iktidara taşıdı sonra cebini açtı, gözlerini kapadı, kulaklarını tıkadı. Siyasal İslamın egemen sınıfı, rejimini rant ekonomisi üzerine kurdu, inşaat sektörünü destekledi, rant sermayesini, açgözlü müteahhitleri serbest bıraktı, hatta hızlandırmak için liberal entelijensiyadan öğrendiği vesayet kavramına sığınarak (“Mimar ve mühendis vesayeti bitti... Bundan sonra projeler, hiçbir (!?) kurumun vize ve onayına tabi tutulmayacak” -Yeni Şafak, 10/07/2013) denetçi uzmanların elini; kolunu bağladı, iskâna uygun olmayan çürük binaları imar aflarıyla yasallaştırdı, bu arada deprem felaketi riski artarken, deprem için toplanmış kaynakları “kaybetti”. Karşımızda bir insanlık suçu var!” (ERGİN YILDIZOĞLU)
“Bakın pratik nasıl işliyor. Bir kişi bir şekilde bir makama “oturtuluyor”. Oturtma ölçütünün liyakat değil sadakat olduğu açık. Makama oturtulan kişi, kendisine bağlanan kurumu, kelimenin gerçek anlamıyla “çiftliğiymiş gibi” yönetiyor. O kuruma kimi alacağını belirleyen tek ölçüt; kendi canının keyfi! Oturtulduğu makamın kurumunu “malı” gibi görüyor (………)
Bir kamu görevlisinin istifa edebilmesi için kendisini “mülkün sahibi” değil görevlisi olarak görmesi gerekir. Siyasal İslamcılar kendilerini inandıkları tanrı tarafından görevlendirilmiş bir sahip, mülkü ise fethettikleri bir ganimet olarak görüyorlar. Seçimde kaybetme olasılıklarının onları çok şaşırtması, korkutması ve öfkelendirmesi de bu yüzden. Kazandıkları seçimi bir fetih gibi gördükleri için kaybetme risklerini de fethedilme karabaşını olarak hissediyorlar.” (Selçuk Candansayar.)