Bu yazım, 1 Eylül 2007 tarihinde Mavi Didim Gazetesinde yayınlandı. Yazımı okuyan iki arkadaş alay edercesine; “çiçek böcek yazısı” olarak nitelediler. Devrim yapmak varken, bunlarla uğraşılır mı demeğe getirdiler. Tartışmayı gerekli bulmadığım için bir şey söylemedim. Oysa çiçek ve böcekler paylaştığımız doğada yaşamın asli unsurları ve bizim de yaşamı paylaştıklarımızdı…

2008 yılında Elektrik kesintilerinin azizliği ile bilgisayarımdaki tüm belgelerim yok oldu. Eski alışkanlıkla bana ait olan köşe yazılarının gazete kesiklerini biriktirmiştim, bu yazıda onlardan biri:

“Kimi zaman farkında olmaksızın bedenimin doğa ile bütünleştiğini duyumsarım…Bir yanım çılgın sularla kucaklaşıp çağlayanlardan uçarken, öteki yanım yeşil tenini usulcacık ve inadına bırakır serin rüzgarlara.

Bakışlarım gezinir doğanın ulaşılabilirliklerinde ve düşüncelerim sek sek oynar yıldızlarla. Bir küçük derenin ayak sesleri melodiye dönüşür kulaklarımda. Yaşamın en tatlı anı, uykuya teslim olmanın dönülemez zamanıdır.

Zamanca geçmişte kalan uzak bir mekânın sıcaklığı ışıtır usumu. Renkler oldukça canlı özlemler taşır şimdilere sıcacık…Şimdilerin avuçlarında canlanır geçmiş. Çiçeğe duran umutlar kucaklar doğanın tüm renklerini.

Sevmek bir yürek çırpıntısıdır ki, onları savurup sıçratan; yeri ve zamanı belirlenmişlerin bile dışına taşabilen!

Aydınlık her zaman ve her yerde ve her koşulda sıcacıktır. Yaşamın en üretken öznesidir sevmeler. O sevmeler ki; paylaşıldıkça çoğalır. Bedenim kapıldığında sevmenin kasırgalarına. Sevmek bir başına yaşamın kanıtı olan; çözer bedenini doğaya, doğayla birlikte olmaya… Yaşam doğada var olmakla başlayan en yadsınmaz ve olumlu eylemlerin önde gelenidir. Her zerresinde doğayı taşıyan her beden onunla gerdeğe girer bilerek ya da istemeden. Ama sonuç hep Şaşmaz lığını sürdürür. Değişim ve dönüşüm var oldukça yaşam her defasında dahada ivmelenerek sürdürür varlığını.

Zor değil düşlerinde tutuklamak gün batımlarını…Bütünleşen bir parçalanmak gibidir güneşin kızıllığı…

En doğurgan karanfilleri taşımak gecenin aydınlıklarına ve sarmaşıklarla kuşatmak dünyayı…Teninin hücrelerindeki doğaya çizmek barışın evrenini. Taşıyarak sevginin sıcağını yüreklerden dostluğun omuzlarına; zor değil mevsime inat açılan nar çiçeğinin tadını dudaklarında duyumsamak.

Bu maddeler dönüşümün evreninde ve kucağında zorunluluklarla rastlantıların…Her maddenin bir evren olduğunu algılayarak, tanığı olup her yeni düşüncede yücelen madde ile tenin yükselişine. Zor değil güneşleri taşımak gün doğumuna…Çünkü güneş bir evrendir her bedenin bir doğa olduğu kadar. Güneş umut olduğu kadar şimdi, güneş şimdi olduğu kadarda yarındır yaşamın sıcacık yüreğinde…

Zaman sıfır noktasındayken, yarınların tetiğinde durur yaşamın parmağı. Yaşamın doğaya tutsaklığında yürür hiç susmayan ayak sesleri suların…

Çırılçıplak bir rüya korkulardan ve sakınmalardan uzak, fırlar bedenin namlusundan yaşamın doğal akarlarına!

Kimi zaman tanık olurum bedenimin doğayla bütünleştiğine. Tenimden beslenir tüm azgın fırtınalar, yıldırımlar devşirirken gözlerim; ardımdan bakakalan ışıkların önünde, güneşin en azgın gelincik tarlalarına dalar giderim…

Dünyanın en uzun ırmakları geçer yüreğimden, tutunurum akıntıya kapılan bir baharlı dala ve onunla akıp giderim en uzak okyanuslara. Yaşamın kahkahaları çiçeğe durur baharlı dallarda ve sürüp gider yaşamak, yaşamı algılamakla!

Gülümseyen güneşle beslenir solmayan renkler. Umutlarım açılır yediveren güller gibi, kolay değilken yaşamın akarına tutunmak! Hele insanca yaşamak hiç kolay değil; direnç ister yürek ister ve sabır ister…O sabır ki, çatlatır yaşama engel olan tüm katılıkları…Ve ben çözülürüm akışına yaşamın, doğayla bütünleşir bedenim. Çiçeğe durur renkler umutlarımla!”

Evet, arkadaşlarım devrimler yaparken; bende bu yazıyı yazmıştım(!)