1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşunu takiben Atatürk döneminde çok sayıda sanayi kuruluşu hayata geçirilerek birinci kalkınma dönemine girilmişti. Fabrikalar kuruldu. Osmanlıdan kalan borçların ödemesi yapıldığı gibi içinde sanayi ürünlerinin de olduğu ihracatımız ithalatı geçiyordu.
1940’lı yıllarda II. Dünya Savaşı nedeniyle Türkiye temkinli ekonomik politika izledi. Büyük askeri savunma harcamalarına rağmen yüksek miktarda altın ve yabancı para stokları oluşturuldu. Bunun yanında Osmanlı’dan kalan dış borçlar da ödendi.
1950’li yıllarda altın ve para stokları bitirildiği gibi Dünya Bankasından dış borç alınmaya başlandı. Ülkemizin dış borç sarmalına girmesi bu yıllarda başladı. Bu dönem plansız ilk dönem olarak adlandırılmaktadır.
1960’lı yıllar ise planlı yıllardır. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurularak akılcı ve efektif finans yönetimi ile planlı kalkınma dönemine girildi. (Kalkınma; toplumun yaşam kalitesinin gelişmesini, üretilen malların yüksek kaliteli olmasını, sosyal, ekonomik hatta kültürel alanlarda topyekun gelişmeyi ifade eden bir deyimdir. Ekonomik büyüme ise ülkenin üretim hacmindeki artıştır). Beş Yılık Kalkınma Planları bu dönemde hazırlanarak ülkenin her yönden büyümesi amaçlanmıştır. Planların hazırlanması kamu ve özel sektör temsilcilerinin katılımıyla olmaktaydı. Kalkınma planlarında öngörülen sanayi tesislerinin finansı tarım ürünlerinin ihracatı ile karşılanıyordu. Bu şekilde rafineriler, petro-kimya tesisleri ve demir-çelik tesisleri kuruldu. Sanayi yatırımları desteklendi. 60’lı yıllar planlı kalkınmanın önemli ikinci dönemi olarak değerlendirilir.
1970’li yıllarda; 60’lı yıllarda başlayan Kıbrıs sorununun 1974’te bir savaşa dönüşmesinin ardından Amerikan ambargosu nedeniyle ekonomik kalkınmamızda duraklama oluştu. Ekonomik kriz kavramı günlük yaşamımıza girdi. Ambargo yüzünden tarım ürünlerimizin dışarıya satışında sorunlar çıktı, döviz azaldı. Tüketim mallarında stokçuluk, karaborsa ve temel ihtiyaçların temini için kuyruklar görülmeye başlandı. Yatırımların finansında kaynak yetersizliği yaşandı. Buna karşın planlı kalkınma hedefinden vazgeçilmedi.
1980’li yıllarda ekonomik kriz devam etti. Sıkı ekonomik politikaya ilişkin 24 Ocak 1980 Kararları açıklandı. Arkasından askeri darbe oldu. Askeri yönetimin desteği ile 24 Ocak Kararları etkin şekilde yürürlüğe kondu. İçeride ücretlilerin ücretleri düşük tutuldu. Dış borçla giderlerin finansı hedeflendi. Bu önemli bir değişimdi, bugüne kadar tarım ürünlerinin veya yarı mamul malların satışı sanayi yatırımlarının finanse edilmesi sağlanırken önemli seviyede dış borçla finans yoluna gidildi. Planlar dikkate alınmadı. Bu dönemde ithalata konan engeller kaldırıldı. İthal malları yaygınlaştı. Alınan dış borcun tüketim mallarının ithalatı için kullanılması nedeniyle yatırımlar ikinci planda kaldı. Serbest piyasa ekonomisi kavramı yaygınlaştı. Pazarda mal ve çeşitlerin bollaşmasına rağmen yüksek enflasyon dönemine girildi. Enflasyonun iki önemli sonucu görülmeye başladı; gelir dağılımında bozulma, yoksulluk. 1980’li yıllarda ülkemizde Neo Liberal uygulamaların başladığı dönemdir. Turgut Özal’ın aktör olduğu bu dönemde ekonomi yönetiminde devletçi planlama politikalarından tamamen vazgeçilerek ekonominin piyasa şartlarında işlemesi hedeflendi.
1990’lı yıllarda dünyada önemli değişmeler oldu. Doğu Blokunun dağılması ile Avrupa Birliği genişleme politikasını değiştirdi. Genişlemede öncelikler Balkan ülkelerine verilmeye başlandı. Türkiye’nin AB’ye alınmayacağı AB ülkeleri tarafından hissettirilmeye başlandı. 1994’te ekonomik krizle beraber önemli bir devalüasyon oldu. Bu şartlarda Türkiye 1995 yılında Gümrük Birliği antlaşmasını imzaladı. Gümrük birliğine girildiğinde rekabet ve üretim gücü yüksek ülkeler için avantajlı iken ülkemizde üretilen rekabet edemeyen bir çok sektör için olumsuz etki yapacağı uzmanlar tarafından öngörülmekteydi. Ülkemiz yarı mamul ürünleri alıp mamul hale getirerek iç tüketime ihracata konu etmek şeklinde bir dönüşüme girmeye başladı. Yerli tarım ürünlerinin üretimi ithal ürünler nedeniyle olumsuz etkilendi. 1999 yılında yaşanan depremler de ekonomiyi olumsuz etkiledi. Enflasyonun çok yükseldiği bu dönemin sonunda 2001 yılında önemli bir kriz ve devalüasyon yaşandı.
2000’li yılların ekonomik işleyişinin ilkeleri, 2001 krizinin ardından Kemal Derviş tarafından hazırlanan ekonomik politika ve programlarla belirlendi. 2002’de iktidara gelen Ak Parti bu programı tamamiyle benimsedi. Bu dönemde AB’ye üyelik sürecine yönelik çalışmalar hızlandırıldı. IMF ile işbirliği yapıldı. Ülkeye sıcak para girişi oldu. Özelleştirmeler hızla yapıldı, bu çerçevede Cumhuriyet Döneminin seksen yılında yapılan tesisler özelleştirilmeye başlandı. Doğrudan dış kaynaklı yatırımlar yapıldı ancak bu yatırımların istihdam üzerinde beklenen seviyede olumlu etkisi olmadı. Bu dönemde önceki dönemlerde yapılan tesislerin özelleştirilmesinden elde edilen gelirler, IMF’ye borçlanmalar, AB fonlarından sağlanan gelirler, ithal ikamesine dayanan ihracat nedeniyle ülkemize döviz girişi oldu. Bunların sonucu olarak 2011 yılına hatta 2013 yılına kadar süren ekonomik refah dönemi yaşanmıştır. Gayri safi milli hasıla ve büyüme rakamları artmıştır. Döviz stabil kalmıştır. Ancak, refah artışının nedenleri arasında üretim ve ihracat artışını sayamıyoruz. Çünkü; ithal yarı mamul ve ham maddeye dayalı ürünlerden elde edilen katma değer kayda değer miktarda olmamış, ithal mallarının toplam tutarındaki artış nedeniyle ülkemizde zaten müzmin olan bütçe açığının yanında önemli seviyede cari açık oluşmaya başlamıştır. (Cari açık; dış ticaret dengesi, yani ihracat ve ithalat arasındaki fark olup bu dönemde önemli seviyelerde cari açık oluşmuştur. Bütçe açığı ise planlanan bütçede gelirlerin ülkenin giderlerini karşılamamasıdır).
2013-2023 arasında ülke ekonomisi yeni gelişmelerle bir önceki döneme göre daha sorunlu ve krizlerin yaşandığı dönem oldu. Bu dönemi ayrıca ele alacağız.
Özetle; Cumhuriyetimizin ilk seksen yılının yaklaşık elli yılında uygulanan planlı kalkınma dönemlerinde enerji ve sanayi yatırımlarının yapıldığı, önemli mesafe katedildiği görülmektedir. İlk seksen yılın önemli yatırımlarının, sanayi tesislerinin özelleştirilmesi ile son yirmi yılın giderlerinin büyük bir kısmı finanse edilmiş 2013 yılına kadar altı veya yedi yıl süren kısa süreli bir refah dönemi yaşanmıştır. Özelleştirmelerin istihdam üzerinde kayda değer etkisi olmamıştır. Sanayi üretiminin ithal yarı mamullere dayalı olması katma değer oluşumunu kısıtlı tutmuştur. Özellikle ithalatın ihracattan fazla artması önemli bir sorun haline gelmiştir. Cari açığın sürekli artışı ithal ürünlerin satın alınması için yapılan döviz çıkışının sonucudur.