Aynı toprak parçası üstünde varlığını sürdüren toplulukları bir arada tutan şey; toplu yaşama gereği, güvenlik dayanışması ve ortak çıkarlarının olmasıdır. Hukukun üstünlüğü temelinde, temel hakları güvenceye alan örgütlü yapı en temel ortaklıktır. Farkında olanlar ve olmayanlar aynı yapı içinde yer alır. Adalet bir yanıyla hukukun önünde eşitlik ilkesi, öteki yanıyla da bir olmazsa olmaz olan adaletli paylaşımdır. Yaşamsal güvenceler ise; eğitim, sağlık ve varlık sürdürme güvencesidir.

Yaşadığımız süreçte halklar ve topluluklar için, çıkarlarını gözeten örgütlülükler içinde yer almaları doğaldır. Son belirlemede devlet olarak adlandırılan bu üst örgütlenme bazı olumsuzluklarına rağmen henüz olmazsa olmazlarımızdandır. Onun bu zorunlu varlığını yadsımamak, bazı olumsuzlukları sineye çekmek anlamına gelmemektedir. İlle de var olacaksa, olumsuzluklarıyla değil, tüm insanların onurları ile yaşayabilecekleri bir yapılanmaya dönüştürülmesi zorunludur.

İnsan topluluklarının devlet organizasyonlarını kurduklarından buyana, gelişmelere koşut olarak farklı boyutlarda değişiklikler olmuştur. Her yapısal değişimden sonra devletin güncel işlevleriyle çakışan veya ona yaklaşan yeni tanımlar yapılmıştır. Tanım, objenin tüm özelliklerini yansıtan en iyi fotoğraftır. Yapılacak olan yeni tanım, katılımcıların hak ve yükümlülüklerini de belirleyecektir. Aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak yeniden paylaşım taleplerini de güncelleyecektir. Bu yeni tanım, insan hakları ekseninde yapılmalıdır. Günümüzde insan hakları sınırları belirlenmiş olan ulusal sınırlar içine hapsedilemez! İnsan haklarını küresel bazda ele almak, önde gelen zorunluluklardan biridir. Bunun doğal sonucu olarak üçüncü kuşak dayanışma haklarının da gözetilmesi gerekecektir. Bu insan olmakla elde edilen temel haklardan biridir. Bunun için duyarlık kadar farkındalıkta gerekmektedir. Devlet bireylerin özgür iradi katılımlarıyla oluşturulan ve amaç ortaklığında birleşen bir yapılanmadır. Birey özgür iradesi ile katıldığı yapıdan öncelikli olarak hukukun üstünlüğüne uyan bir yönetim bekler. Yaşama özgürlüğünün yanı sıra; katılım, adalet, açıklık, denetim ve özgürlükte ister. Böylesi bir katılım hiçbir zaman tartışmasız bir itaat anlamına gelmez. Hiç kimse katılım tutsağı haline getirilemez. Böyle bir yapıda, özgür iradi katılımcılardan saklanacak devlet sırlarının olmaması tercih nedenidir. Bunun için devlet sırrı, kamu yararı ve ülke çıkarı doğrultusunda tanımlanmalıdır. Katılımcı birey, kamu yararı ve ülke çıkarına aykırı olmamak koşuluyla katılmadığı kararlardan dolayı sorumlu tutulamaz ve cezalandırılamaz.

Devlet eşitlik ilkesini her koşulda gözetmelidir. Eşitlik, özgürlüklerin temel güvencesidir. Bu açıdan bakıldığında özellikle inançlara ve yaşama biçimine karışmamak gerekmektedir. İnanç kişisel bir tercihtir. Hiç kimse ne adına olursa olsun, kişisel tercihini başkalarına dayatmamalıdır. İnançlar toplumsallaştırılırsa, çok katı bir ideolojiye dönüşür. İşte bu noktada devreye laiklik girer. Çünkü laiklik tüm inançların güvencesidir. Tek koşul, yönetenler ve kurumlar farklı inançları kabul edip, onlara eşit uzaklıkta durmalıdır. Böylece inanç eşitliğinin ve özgürlüğünün gereği yerine getirilmiş olur. Tek bir inanç grubunun ibadet hizmetleri için yapılan harcamaları karşılamak eşitliği bozar. Avrupa’da ve gelişmiş demokratik ülkelerde din görevlileri devlet memuru değildir. İnancından dolayı hizmet alanlar onun bedelini kendileri ödemelidir. İnançlara saygının gereği bunu gerektirir.