Ulusal gelir, ulusun ortak varlıklarından elde edilen gelirdir. Bu gelir ülkenin vatandaşları arasında adil olarak paylaştırılmalıdır. Adil paylaşım, adaletin olduğu kadar; eşitliğin ve hukukunda gereğidir. Fırsat eşitliği bir farkındalıktır. Farkındalık birlikteliklerin ve güvenin olmazsa olmazıdır. Ekonomi, kaynakların akılcı ve verimli kullanılması ile ilişkilidir. Ekonomide kişisel istem ve hırslar değil; evrensel kurallar geçerlidir.

OĞUZ OYAN: “Nüfusun en düşük gelirli yüzde 20’lik dilimi milli gelirin (GSYH) sadece yüzde 6’sını alabiliyor. İzleyen yüzde 20’lik dilimdekilerin payı da sadece yüzde 10,8. Üçüncü dilimi dahi katsak, nüfusun yüzde 60’ı milli gelirin yalnızca yüzde 31,5’ini alabiliyor. Bunların talebini kısarak mı enflasyon üzerindeki sözümona talep baskısını kıracaksınız? Milli gelirin geriye kalan büyük bölümünü alanlara ne olacak? Hatta en üstteki yüzde 20 milli gelirin yüzde 48’ine el koyarken bu kesimin gelirlerini/taleplerini kısmaya dönük politikalarınız nerede? Unutmayalım ki Türkiye’de sermaye gelirlerinin (kâr, faiz, rant gelirleri) GSYH içindeki payı 2022 sonu itibariyle yüzde 54’ün üzerindeyken ücret gelirlerinin payı yüzde 26 düzeyindedir. Peki GSYH’nın yarısından fazlasına el koyan bu kesimlerin talebi kısılmadan veya daha doğrusu geçmiş dönem zenginleşmelerinin diyeti bu kesimlere ödetilmeden talebin denetim altına alınması mümkün müdür?”

Oğuz  Hoca’ın vurguladığı bu veriler 2023 yılına ait. Özellikle dar gelirliler ve emekçiler için durumun her geçen gün daha kötüye gittiği vurgulanmaktadır. Bir hafta önce izlediğim bir tartışma programında verilerin hızla değişmekte olduğunu gördüm. Bir şiirimde konumumuzu ve gelmekte olanları vurgulamak için; “Gelecek gelmeden endişesi bulur bizi…” demiştim. İzlediğim tartışma programından şu verileri aldım. Nüfusun %1’i gelirin %40’ını alıyor. %10’u toplam gelirlerin %54,5’ini alırken; nüfusun %50’si gelirlerin %12’sini alıyor. Sorumlular çözüme ilişkin görüşlerini açıklarken sıkı para politikası uygulayacaklarını vurguluyorlar. Nüfusun yarısının harcadığı %12’lik dilimin yaşamsal gereksinimleri için yapmak zorunda oldukları harcamaları kısacaklarını dillendiriyorlar. Böyle bir önlem hiçbir koşulda akılcı değil. Bu politikalar sadece egemenlerin hâkim olduğu yönetim biçimlerinde olur. Oysa yapılması gereken; çok kazananlardan daha çok vergi alarak onların fiyat artışlarına neden olan harcamalarını kısıtlamak olmalıdır. Bu vurguyu yaparken bir başka gerçeğe de parmak basmak gerekiyor. Bu ülkede kazanılan her kuruşun vergisi mutlaka alınmalıdır. İsterse mükellef varlığını öteki ülkelere taşımış olsun. İşte devlet bu noktada devreye girerek ülkesini ve tüm vatandaşlarını korumalıdır. Bu ülkenin kaynaklarından kazanılan paralar, özellikle de bir biçimde vergisi verilmeden başka ülkelere kaçırılanlardan hesap sorulmalıdır. Devlet isterse bu ülkede kazanılan paraların hesabını kuruşuna kadar hesaplar.

Çok kazananlar vergi kaçırırken, har vurup harman savururken; yoksulların can ve mallarına göz dikmek hiçbir insana yakışmaz! Zenginlere vermek için yoksulları soyup soğana çevirmek kabul edilebilir bir politika değildir. Emekliye para yok(!) Bu karar para olmadığı için mi, yoksa var olan paralar adil olarak paylaşılmak istenmediği için mi? Kullanılmayan havaalanlarına, yollara ve geçilmeyen köprülere para ödemek niye? Yandaşlarını düşünenler, vatandaşlarını da düşünmek zorundadırlar. Bulundukları görevleri devlet zoruyla yapıyor değiller…Eğer beceremedikleri için yapmıyorlarsa, o zaman yapabilecek olanlara yerlerini bırakmalıdırlar. Özellikle son yıllarda sosyal politikalar uygulayan yerel yönetimler, dar gelirli vatandaşların soluk almalarına fırsat tanımaktadır. Barınma ve beslenme sorunu olan yığınlara; işsiz veya dar gelirli vatandaşlara yardım etmek, yerel yönetimlerin insan onuruna yaraşır yaşamlara katkısı mutlaka olması gerekendir. Her birey ülke olanaklarından ve fırsat eşitliğinden adil olarak yararlanmalıdır. Bu ülke hiçbir kesimin babasının çiftliği değildir!...