Merkezin iktidarı, iktidarın merkezi
İçerisinde bulunduğumuz günlerde siyasetin geçmiş dönemlere göre daha hareketli olduğu muhakkak, Kazanma arzusunun en üst noktada olduğu bir süreçte başta belediye başkan adayları olmak üzere seçilme noktasında bulunan kim varsa tüm enerjisi ile sahada olmanın kavgasını veriyor.
12 eylül 1980 ihtilali öncesi bilindiği gibi Türk seçmeninin olaylara daha çok ideolojik olarak baktığı ve oy tercihini de ona göre kullandığı pehlivan tefrikası gibi anlatılır dururdu.
Ancak anlatılanların aksine Türkiye’de hiçbir seçimde yelpazenin sağında yada solunda bulunan ve bir ideoloji etrafında siyaset yapan partilerin çok partili sisteme geçtiğimiz tarih olan 14 mayıs 1950 ve sonrasında iktidar olduğunu da hiç kimse görmedi.
Dikkat edilirse 14 mayıs 1950 tarihi itibarı ile yapılan seçimlerde kendisini daha çok merkezde konumlandıran siyasi partilerin ve o siyasi partilerin liderlerinin iktidarda olduğu çok net bir şekilde görülecektir.
O gün bugündür Adnan Menderes-Süleyman Demirel ve Turgut Özal gibi kendilerini merkeze konumlandıran siyasi partiler kimi zaman tek başına kimi zamanda yanlarında konumlandırdıkları siyasi partiler ile iktidarda kalmayı başarabildiler.
12 Eylül 1980 ihtilali sonrası demokrasiye geçişte önce dört eğilimi birleştiren ve başında Turgut Özal’ın bulunduğu ANAP , sonrada Süleyman Demirel’in genel başkan olduğu DYP iktidara geldi.
1995 yılında kendisini bir miktar merkeze atan ve genel seçimden bir yıl öncesi yerel seçimde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere şehir belediyelerini kazanan Refah Partisi seçimden birinci parti çıkmasına rağmen ancak DYP ile koalisyon kurarak kısa bir dönemde olsa iktidarda kalmıştı.
03 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AK Parti bir ideoloji partisi olmasına rağmen daha yolun başında 1983 yılında iktidara gelen ANAP’ın yolunu takip etmiş ve ANAP’tan, DYP’nden, MHP’den CHP’den vitrine koyduğu siyasetçiler ile iktidar olmayı başarmıştı.
Tüm dünya ile birlikte bizde de ideoloji her geçen gün biraz daha önemini kaybediyor, Var olan iletişim kanalları dolayısı ile dünyanın en ücra köşesindeki iyi yada kötü hayat koşullarını gören 8,5 milyar civarındaki nüfus o andan itibaren sadece ve sadece daha iyi bir hayat sürmenin mücadelesini veriyor.
Bu yüzden bundan önce de olduğu gibi bundan sonrada kendisini merkezde konumlayan, sertlik yanlısı bir siyaset izlemeyen, kendi yaşantısı ile de merkezde olduğunu topluma kabul ettiren siyasetçilerin kurduğu partiler iktidara gelecek.
“İdeoloji partileri biter” demek son derece yanlış bir ifade olur ancak bir siyasi partiyi kurmakla o siyasi partiyi iktidara taşınmak kesinlikle farklı işlerdir.
Bu durumun farkına varan siyasi partilerin üst yönetimleri de hepimizin gördüğü gibi sert ve ideolojik bir siyaset yapmak yerine, toplumun temel ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefleyen siyaset üreterek iktidara gelmeyi düşünüyorlar.
Merkez partisi olmanın merkezde bulunmanın artık bir mecburiyet olduğu sürecin tam ortasında bulunuyoruz.