Nazım Hikmet’in bütün şiirleri güzeldir. Aklın, özverinin, duygudaşlığın, üretkenliğin ve yaratıcılığın zirvesine tırmanır. Özünde şiir yerellerden hareket eder. Yurtseverler bu yerel sınırları aşarak evrensele yükselirler. Nazım bunların önde gelenlerindendir. Özellikle “KIZ ÇOCUĞU” şiiri evrensel bir şiirdir. Kıyıcılığı, yıkıcılığı, dahası varlık kırımcıları anlatır. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yaşam kırımı Hiroşima’da yaşanmıştır(!) Savaşların başlangıçlarında, farklı biçimlerde olsa bile saldırganları haklı gösterilebilecek gerekçeler vardır veya yaratılmıştır. Hiroşima ve Nagazaki yıkımlarını haklı gösterebilecek bir tek gerekçe gösterilemez. Japonya özelinde gerçekleştirilen bu zorbalık sadece onlara karşı değil; aynı zamanda insanlığa ve tüm varlıklara karşıdır. Hiçbir gözü dönmüş katil bu kadar büyük bir, zalimlik yapamazdı!...

KIZ ÇOCUĞU

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

Zafere Dair

Korkunç ellerinle bastırıp yaranı
dudaklarını kanatarak
dayanılmakta ağrıya.
Şimdi çıplak ve merhametsiz
bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
- halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...

Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır...

1941

Kapitalizmin kıyıcılığı, yıkıcılığı ve gaddarlığı emekçi insanların omuzlarına yıkılıyor. Dünyanın kanını emen 26 zenginin varlığı bütün dünya nüfusunun % 99’undan fazla. Küçük azınlık dışında iyiye güzele giden bir şey yok. Ülkemizde %10’un ulusal gelirden aldığı pay, %70’in aldığından fazla. En yaygın adaletsiz bölüşümler yaşanmakta. Adaletsiz oluşumların sürdürülmesi, zor aygıtlarının devreye alınmasıyla olanaklı olabiliyor. İşte bu noktada; yurtsever, doğa sever, varlıklara gereken değeri veren yeni Nazımlara, bütün insanlığın ihtiyacı var…

Nazım Usta der ki; “Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu! Özelleştirmelerde varlıkları yakınlarına ve yandaşlarına değerinin altında satmak halka ihanettir; aynı varlıkları yabancılara satmak ise, ülkeyi satmakla eş anlamlıdır. Yerine artılarıyla birlikte koyabileceğin şeyleri satarsan ancak o zaman kamu yararına bir iş yapmış olursun.

Onu didik didik didiklediler,
Saçlarından tutup sürüklediler.
Götürüp kâfire: "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Eli kolu zincirlere vurulmuş,

Böyle bir olumsuzluğu ve çaresizlikleri sadece kendi yararı için ülkesine reva görenin hangi gruptan, hangi inançtan olduğu hiç önemli değil. İşte burada Ustanın dizesi devreye giriyor: “Beyler bu vatana nasıl kıydınız?” Kendisine kıyılan bir vatanın tutsakları olarak, durup düşünmek ve en barışçı ve akılcı bir çıkış yolu bulmak en öncelikli görevimizdir! Nazım Ustayı saygı, sevgi ve hürmetle anarak…