Şiddet bir olgu, terör ise, algıdır!

Şiddet objelere negatif güç iletimidir. Objeye uygulanan güç doğala aykırı olarak gerçekleştirilir. Şiddet belirli zaman ve mekânda tek tek objelerle sınırlıdır. Sınır aşımı insan hakları ile ilgili pozitif gelişmelerle ilintilidir. Bu gelişimin arkasında yasal ve kurumsal destekler olmazsa geçerliliği ve etkinliği tartışmalı hale gelir.

Aynı ailede çocuklardan biri ötekilerin yanında kaba dayağa maruz kalırsa; muhatap için uygulanan şiddet, tanıklar için ise terörden söz edebiliriz. Şiddetin etkisi uygulandığı noktadan taştığında  terör ortaya çıkar! Gündelik deyimle o ailede terör estirilmiş olur! Bu nedenle şiddet fiziki, terör ise psikolojik şiddet algılamasıdır. Şiddetin olması veya olabilecek olması, yani olasılığı terörün etkisini sürekli hale getirir. Ailede hapishanede, okulda veya karakolda bir bireyin şiddete maruz kalması, ötekileri etkileyen bir atmosfer yaratır! Olaya sınıfsal olarak bakıldığında, bu egemenin itaate çağrısıdır (!)

Şiddet terörün yayın organıdır. Şiddeti uygulandığı noktanın ötelerine iletir. Hiç kuşkusuz burada çok farklı amaçlar güdülmüş olabilir. Şiddet terör ortamı yaratmayı amaçlayan bir stratejidir. Öncelikle kişileri veya kitleleri korkutarak sindirmeyi amaçlar. Öğretmen çağdışı bir yaklaşımla öğrencisini dövdüğünde bu tekil bir olay değildir. Herhangi bir gerekçe ile seçilen kurban üzerinden ötekilere mesaj verilmiş olur!

Şiddet doğrudan yönlendiricidir; terör ise dolaylı bir yönlendirici olarak işlevini yerine getirir; bu yönlendirmenin taktik aşamaları var:

1-Korkutarak karşıt olmaktan çıkarmak. (Alışılmışı kırmak, karşıtlığı esnetmek.)

2-Tarafsızlaştırarak etkisiz hale getirmek. (Güdülebilir sıradana dönüştürmek.)

3-Bağımlı bir yandaşa dönüştürmek. (İhanetleri ödüllendirmek.)

Şiddet ve terör farklı amaçlarla ve farklı yöntemlerle uygulanır. Örneğin bir bireyin işten atılması şiddetin farklı bir biçimde ve farklı boyutta uygulanmasıdır. İşten atılan için uygulanan şiddet çalışanları tehdit ettiğinde teröre dönüşür. İşsiz bırakmak, yoksulluk ve yoksunluk çağrıştırır. Gandi bu gerçeği şöyle vurgular: “Yoksulluk şiddetin en kötü biçimidir!”

Bireyin geçimini sağlaması düzenli bir gelirinin olmasıyla olanaklıdır. İşin güvenceli sürekliliği, gelirinde sürekliliği ifade eder. İşsizlik bu güvencelerden yoksun kalmaktır. Ülkenin ve kürenin içinde bulunduğu koşulların kötü olması, etkinin şiddetini artırır. Bu nedenle fiili olarak işsizlik bir şiddet; aynı sonucun muhatabı olabilecek olan ötekiler içinde işsiz kalma korkusu bir terör etkisi yaratır!..

Bu noktada şunu söylemek pek yanlış olmaz sanırım. Muhatap için uygulanan şiddet, ötekiler içinde terör olarak adlandırıldığında; şiddetin doğrudan ve dolaylı uygulanışına tanık oluruz. Bu uygulamalar farklı alanlarda, farklı biçimlere bürünse de şiddetin özü değişmez. Bu değişmez öz sınıfsaldır, çıkarların sürekliliğini güvenceye almayı amaçlar!

Örneğin; seçme ve seçilme hakkının önüne konan engeller fiili bir şiddeti yansıtırken; seçmenlerin istediklerini seçmekten yoksun bırakılmaları, kılıfına uydurulmuş ve yasal görünümlü bir terör eylemidir. Hiçbir birey istemediği bir şeyi güle oynaya yapmaz(!) Ama egemenler bu siyasi şiddet ve terörü sürekli olarak uygulamaktadırlar!..

Doğada normalden fazla enerjinin tüketilmesi veya ‘açığa çıkması’ şiddete neden olur. Açığa çıkma’ vurgusu özellikle yapıldı. Çünkü doğada doğal olan bir şiddet var! Doğadaki şiddet değişim ve dönüşümlere neden olur. Bu değişim ve dönüşümler zincirleme etki yaratırlar. Yer katmanlarının itmesiyle yığışan güç birikimi açığa çıktığında deprem meydana gelir. Deprem fiili bir şiddet, deprem olasılığı ise doğanın terörü olarak ifade edilebilir. Sel veya ısı değişimleri ile oluşan fırtınalar aşırı ve kontrolsüz bir güç varlığını gösterir. Doğadaki doğal şiddet bilim, bilinç ve teknikle asgariye indirilebilir.

Şiddet bir normal ötesi olarak algılanmalıdır ve daha fazlasını istemelerin de başlangıcı…Şiddetle yola çıkan, terörle amacına ulaşabilir. Şiddetle terör öncül ve ardıl olarak ulaşılmak istenene giden yolu kısaltır ve dengesiz dengenin sürmesine hizmet eder.

Egemenler her zaman şiddetin önünde, arkasında veya üstünde yer alırken; egemenliklerini besleyen ayrıcalıklı konumlarını güvenceye almış olurlar. Bu doğrultuda kullanılan yasal şiddeti de meşru olarak gösterirler, dahası belletirler(!) Yasal kılıfa büründürülen şiddet eldiven içindeki demir yumruk olarak emeği ile geçinenlerin kafasına iner(!)

Üniformalar son belirlemede bir dayatmanın ürünüdür. Bu dayatma bir terördür ve tek tip insan vurgusunu içerir. Bu dayatmalar; bireyselliği, özgürlüğü, girişimciliği üretkenliği ve yaratıcılığı ya engeller ya da potansiyelinin altına düşürür. Tek tip dayatmacısı, asimile etmeyi, farklılıkları görmezden gelmeği ya da yok saymayı temel alır.

Çıkar amacıyla uygulanan şiddet genellikle yasallık kılıfı altında ve yaratılmış olan kurumlar güvencesinde uygulandığında, buna meşru denir. Egemenler arasında çıkar çatışması nedeniyle uygulanan şiddet (Bunda aracı olarak sınıf bilincinden yoksun olan ve genel çoğunluğu oluşturan sıradanlar kullanılır(!)) Hangi ambalajla gündeme getirilirse getirilsin buna devrim denemez. Çünkü devrim mücadelesinin tarafları sınıflardır ve sonuçta da var olan düzen değiştirilmiş olur. Bir başka ayırıcı özellik de, devrimlerde şiddet tabandan tepeye doğru yönelir. Ancak, şiddetin her türlüsü sonuçta mevzi kazanımlara karşın dünya insanlık ailesinin ve doğanın kayıplarıyla sonuçlanır!..

Doğaya, doğal yaşama ve varlık haklarına karşı uygulanan tasarlanmış güç kullanımı şiddettir! Şiddet her koşulda engellenmeli ve bunun için dayanak olarak sunulan nedenler ortadan kaldırılmalıdır. Doğanın selameti ve insanlığın mutluluğu için bu duyarlığa gerek var!...