Siyaset bir yönetme sanatıdır. En iyi yönetim, en çok katılımı sağlayan yönetimdir. Bunun için örgütlenmeye ve kurumsallaşmaya gerek duyulur. Her siyasi parti yönetime talip olur ve bunun için bir program yaparak halkla paylaşır. Siyasi partiler, ortak sorunları olanların, sorun çevresinde ve çözüm temelinde bir araya gelmeleriyle oluşturulur. Partiler oluşumlarına sorunlar temelinde yaklaşınca, kaçınılmaz olarak sınıf temeline dayanırlar. En azından emek kesimi için bu bir zorunluluktur. Sermaye kesimi gerçek görüntüyü üyelerine yansıtmamak için çaba harcar. Bu nedenle en zengin kişilerle en yoksul kişilerin aynı parti çatısı altında yer aldıklarını görürüz. Gerçek oluşum, aynı konumda olan yani, sorun ortaklığı olanların bir araya gelmesidir. Partisine aidat ödeyemeyen bir kişi ile, partiye bağışlarda bulunan kişilerin partideki konumları eşit değildir. Bu eşitsizlik hemen seçilmeye yansır. Partinin uygulayacağı siyaseti finanse edenler, partinin uygulayacağı gerçek siyaseti de belirlerler. Bunun sonucu olarak, paylaşımdan daha çok pay alma ayrıcalığı ile ülke gelirlerinin kaymağını yerler.

Siyasetin finansmanını en iyi anlatan söylem Nasrettin Hoca’ya aittir; “Parayı veren, düdüğü çalar.” Yalnız burada güncellenen bir şey var. Şöyle diyebiliriz; paylaşımdan en çok pay alanlar, siyasetin finansmanını sağlar. Tahmin edebileceğiniz gibi, en çok ihale alanlar, siyaseti istedikleri biçimde sürdürebilmek için gerekenleri yaparlar. Yapılması gerekenlerin önde geleni medyanın büyük oranda ele geçirilmesidir. Sürdürülen dar grup çıkarlarının güvencesi buna bağlıdır.

Kaynakların ve gelirlerin nasıl paylaşılacağına karar verilince, bu kararları gözü kapalı olarak kabul edip savunmaya hazır yığınlar oluşturulur. Bu yığınlar, kaybetmemenin güvencesi olurlar. Tarikatlar, vakıflar, dernekler, sendikalar, kooperatifler ve birlikler… Sayılan oluşumların tabanı, bunu planlayan iktidarın yandaşı ve en büyük güvencesidir. Bu yandaşlar korunup kollanması gerekenlerdir. Yandaşların, merkezden çevreye doğru olanaklardan yararlanmaları sağlanır. Yararlanmanın sürekliliğini sağlamak için, devlet bazı projelerle rant yaratır. Bunun için KÖİ’ler, YİD’ler, Şehir Hasta haneleri, yollar, köprüler, tüneller ve hava alanları yapılır. Krediler, teşvikler, vergi muafiyetleri, güvenceler ve hazine garantileri rant yaratma amacıyla yapılır. Yatırım önceliğinin yerini rant önceliği alır. Kamu kurumlarının kiracı konumuna düşürülmesi de aynı kapsamda değerlendirilebilir. Mal ve hizmet alımlarında bilinen yöntemler uygulanır. İthalat ve ihracatta aynı amaçla yapılır. Özellikle yerli üretici kollanmaz ve üretimden koparılır. Kentsel dönüşüm girişimleri genellikle değer kazanmış olan alanlarda uygulanırken; gerçek sahipler kent varoşlarına sürülür(!) Basında yer alan tabirle; “Kentsel Dönüşüm, rantsal dönüşüme dönüşür.” Vergi muafiyetleriyle bazı şirketlerin vergi borçlarının silinmesi de hoş karşılanmamaktadır.

Siyasetin finansmanına dış katkılar da olabilir. Bu katkılar özellikle proje partilerin ve hatta proje muhalefetin ortaya çıkmasına neden olur. Bu tür bir gelişme, bağımsızlık ile ilgili sorunların ortaya çıkmasına neden olur(!) Hoca’nın vurguladığı gibi, katkıda bulunanlar düdüğü çalar(!)

Menfaat ile çıkar, yan yana yürür. Çıkarlar ön plana geçince, kesinlikle bundan ülke zarar görür(!) Siyasetin finanse edilmesi, ülke çıkarının ve temel hakların güvenceye alınması için, olmazsa olmazlardandır. Özgürlük, bağımsızlık, üretkenlik, güven ve güvenceler için; halkın siyasetin finansmanına katılımının önemi bir kat daha artar. Halkın katılımı önemli olmaktan da öte yaşamsaldır!

Denetimin yetersizliği veya olmayışı, kamu kaynaklarının ölçüsüz biçimde siyasetin finansmanı için kullanılmasına neden olur. Kur Korumalı Mevduat ve arka kapıdan döviz satılması aynı amaca hizmet eder. Ülkeye giren paraların kaynağının sorulmaması, ülkeye girişlerin gerektiği gibi denetlenmemesi ve vatandaşlığın satılması, ülkenin olanaklarının yabancılara sunulması kabul edilebilir gibi değildir.

Sonuç olarak, bir biçimde hak ettiğinden daha fazlasını alma ayrıcalığı olan yandaşlar, bu aldıklarının bir kısmıyla siyasetin finansmanına katkıda bulunurlar. Bu aynı zamanda, kendi ayrıcalıklarını koruyarak sürdürülmesinin de güvencesi olur. Bu “al gülüm, ver gülüm” ilişkisi; azınlığın semirmesi ve çoğunluğun yoksullaşması ile sonuçlanır. Ruhbanlarda azınlığın çıkarlarını korurken, kendilerine sağlanan ayrıcalıkları sürdürmüş olurlar.

Vatandaşlar, kurumlar ve parlamento, gerektiği gibi denetim hak ve yetkilerini kullanmaz ise; bundan sadece vatandaşlar değil ülke çıkarları da zarar görür! Siyasetin finansmanını halk yaparsa, yönetim halkın yönetimi yani demokratik olur.