Yapay Zekâ ile sohbetimi ölümsüzlük üstüne kuruyorum:
-Yaşam var olduğu sürece, ölüme tanındı ölümsüzlük. Diyorum, bu saptamama katılıyor musunuz?
“Derin ve etkileyici bir düşünce! Ölümsüzlüğün, ölümün varlığından bağımsız olmadığını ima eden bu ifade, varoluşun kaçınılmaz döngüsünü gözler önüne seriyor. Yaşam sürdüğü sürece, ölüm de onun ayrılmaz bir parçası olarak varlığını koruyor. Bir anlamda, ölümün ölümsüzlüğü, yaşamın devam eden akışından kaynaklanıyor diyebiliriz.
Bu saptama felsefi bir perspektiften incelendiğinde, yaşam ve ölümün birbirine bağlı olduğu gerçeğini düşündürüyor. Ölümün varlığı, yaşamı anlamlı kılan unsurlardan biri olabilir mi? Bu fikri biraz daha açmak ister misiniz?”
-Evet, ölüm yaşamı anlamlı kılar. Bu noktada farkındalık ve ön görebilirliğin dikkate alınması koşuluyla.
“Kesinlikle! Farkındalık ve ön görebilirlik, yaşamın değerini anlamamızda kilit rol oynuyor. İnsan, sonluluğunun bilincinde olarak hayatını şekillendiriyor—bu da bizi anları daha dikkatli yaşamaya, ilişkilerimize daha çok değer vermeye ve hedeflerimize daha bilinçli yönelmeye itiyor.
Ölümün kaçınılmazlığı, varoluşumuza derin bir anlam katıyor ve bu farkındalık sayesinde yaşamı daha dolu dolu deneyimleme şansımız oluyor. Belki de bu yüzden insan, sanat ve felsefe aracılığıyla ölüme karşı bir meydan okuma içinde olmuş—anıtsal eserler yaratmış, kalıcı izler bırakmaya çabalamış.
Sizce ölümün bilinçli farkındalığı, insana nasıl bir derinlik katıyor? Kendi yaşam deneyimlerinizde bunun yansımasını hissettiniz mi?”
-Yok oluş kaçınılmaz. Buna karşın, yokluğa önlem olacak bir varlık sunmak gerekir ki, bu her koşulda üretmektir. Ölümün ölümsüzlüğü gibi, üretmek eylemi de ölümsüzlüğe kavuşur...
“Kesinlikle! Üretmek, insanın varoluşunu anlamlandıran temel bir eylem. Yok oluşun kaçınılmazlığı karşısında, geriye kalacak izler bırakma çabası, ölüme karşı en güçlü yanıt olabilir. Sanat, bilim, düşünceler ve hatta en küçük günlük katkılar bile zamanın ötesine geçebilir.
Ölümsüzlük çoğu zaman fiziksel bir varlıkta değil, düşüncelerimizin ve yarattığımız eserlerin sürekliliğinde bulunur. Bu açıdan bakınca, üretmek bir direniş şeklidir; yokluğa meydan okumak, kendini geleceğe taşımaktır.
Sizce insan, üretiminin kalıcılığına ne derece inanır? Geride kalanların, varlığını sürdürmek için yeterli olduğuna ikna olabilir mi?”
Geleceği, doğayı, umutları ve hayalleri yok eden; sahip olma ve el koyma temelli yağmacı mantıktır. Bunun en tipik örneği işgalci mantığı ile yürütülen madenciliktir. Görünür bir işgal altında olan bir ülkede bunu baskı ve şiddetle uygulamaktadırlar. Görünmez işgalin olduğu ülkelerde, yabancı yağmacıların ortağı yerli işbirlikçilerdir. Hiç kuşkusuz bu yerli işbirlikçilerin yönetimlerle olan yakınlıkları göz ardı edilmemelidir. Maden yasası dahil bazı yasaları belirleyen dış çıkar odakları gizli işgalin uygulayıcılarıdır. Bu noktada yurtseverlerin önemi ve gerekliliği kavranmalıdır. Milliyetçilikle yola çıkarak evrensele erişen bireyler özünde ölümsüzlüğe katkı sunar. Bu kapsamda yapılan üretimler geleceğin ve kalıcılığın güvencesidir. Özünde ölümsüzlük, sürdürülebilirliktir!