Vatandaş olmak, vatan olarak bellenen ve benimsenen bir toprak parçasında; hak ve ödevleri güvenceye alınmış özgür birey olmaktır. Devletle birey arasında kurulan bağ, vatandaşlığı kazandırır. Vatandaşlık hakkına sahip olanlar, temel hak ve özgürlüklere sahip olan eşit vatandaşlardır. Kültür, dil ve ortak tarihin yanı sıra, birlikte yaşama iradesini beyan eden katılımcılar vatandaştır. Vatandaşlık özünde vatan ortaklığıdır bunun için aidiyet ve inançlara bakılmaz. Anayasamızın vatandaşlıkla ilgili maddesi şöyle:

Madde 66. – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür. (Son cümle mülga: 3.10.2001-4709/23 md.) Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz. Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz. (VİKİPEDİ)

Devlet, varlık nedeni olan vatandaşlarının eğitim, sağlık ve güvenlik giderlerini “yük” olarak gördüğü an, varlık nedenini yadsımış olur. Bu gibi bir yadsıma özünde bir devlet krizidir. Böyle bir yaklaşımın sağlıklı olmayacağı görülmelidir. Dahası devletin, varlık nedeni olanları görmezden gelmesi, kendi yok oluşunun yolunu açmak anlamına gelir. Devletlerin temel güvencesi, donanımlı vatandaşlarıdır. Yani, eğitimli, sağlıklı ve sosyal güvencelere sahip olan vatandaşlardır. Bu temel güvenceler aynı zamanda adil paylaşımın, eşitliğin kanıtı olur. Özgüvenli vatandaşlar fırsat eşitliğinden yararlandığı sürece; demokrasinin varlığı ve hukukun üstünlüğünün kabul edilerek uygulandığı anlaşılır. Dolayısıyla vatandaşlar devletin varlık güvencesidir. Vatandaşlar ne kadar donanımlı olursa, devlet de o oranda saygın olur ve onurlu vatandaşlarıyla birlikte güvenli geleceğe yürür…

Kanunlar haksızlardan yana olabilir ama hukuk her zaman haklılardan yanadır. Hal böyle olmasına karşın, nitelik olarak alt sıralarda yer alıp fakat bir yolunu bularak niteliksiz ligini avantaja dönüştüren düzeysiz kişiler için eşitlik, en olmaması gerekenlerdendir. Çıkarına gördüğü her şeye inanmaya hazır olarak; inancını emeğin önüne koymada bir sakınca görmez(!) Bu durum inançları çıkarı için kullananların ekmeğine yağ sürer. İnancını çıkarlarının anahtarı olarak görenler, ahlaka gerek duymayabilir(!) Yaşamının merkezine “beni” koyunca kendi dışındakilerin farkında olmaması doğaldır(!) Yaşlı, kadın, çocuk ve yabancılar; özünde yabancı olduğu kavramlardır. Sorumluluk endişesi olmayan kişiler bir biçimde yönetimde söz sahibi olursa ne olur? Sorumluluk endişesi olmayanların ahlakı olmaz!

Liyakate gereken önem verilmez ise, kayırma ve yandaşlık kaçınılmaz olur. Bu durum kaliteyi düşürür ve kaynak israfına neden olur. Bu koşullarda adil paylaşımdan söz edilemez. Zaten böyle bir sürece girildiğinde; hak, hukuk ve adalet yok olur(!) Adaletin, hukukun ve öteki yaşamsal güvencelerin olmadığı yerde devletin varlığından da söz edilebilir mi?...

Özlem yüklü firari düşüncelerdir ki;

Baharı beklemeden şafağı önceleyerek yürür.

Tutunur cemrenin yaratıcı soluğuna,

Savrulurken kendini yaşamın siperinde bulur!