Başlığı, görünce hemen itiraz etmeyin…

Bugünlerde ülkemizde “devlet ve ”hükümet kavramları tartışılıyor.

Bu kavram genellikle de birbirine karıştırılıyor.

Devlet devamlıdır, hükümetler ise gelip geçicidir.

Devleti bir işletme, hükümetleri de devletin işletmecisi-kiracısı- gibi düşünebiliriz…

Devlet bir toplumun ortak birlikteliğinin, ortak iyisiyle, genel bir iradeyi temsil eder…

Devletin kurumlarının, halkın oylarıyla iktidara gelen hükümetler tarafından halk adına kullanması söz konusudur.

***

Günümüzde; toplumların iradesini, yanlış kullanan, baskılayan, halkın iradesini yok sayan ruhsal yapısı bozulmuş, iktidarların-hükümetlerin- devletleri “faşistleştirdiği” durumlarla da karşı karşıyayız…

Devlet, nihayetinde toplum yapımı hem somut hem de soyut bir varlıktır. Demokrasi anlamında; çoğunluğun iradesiyle bir varlık olarak işlevi olan siyasi partiler tarafından kurulan iktidarların-hükümetlerin- ev sahipliğini yapmış oluyor devlet…

Halkın %51’inin iradesiyle iktidara geldikten sonra, iktidarı çoğunluğun diktatörlüğüne dönüştüren hükümetler de devleti bu amaçlarına alet etmiş oluyorlar…

Hükümetler, Devletlerin otoritesini kendi ideolojilerine göre de dönüştürmeye çalışıyorlar… Süreç içinde de devletlerin adı bu ideolojilerle anılır olabiliyor… Afganistan İslam Cumhuriyeti, Kuzey Kore Halk Cumhuriyeti örneklerinde olduğu gibi…

***

O halde Devlet bir tanıma sığar mı? Her ulus devlet kavramına farklı bir yorum getirebiliyor… Belki şöyle bir kısa tanımlama yapılabilir. Belirli bir toprak parçası( Ülke- Yurt) üzerinde egemenlik kurmuş insan topluluğu diyebiliriz.

Görüldüğü gibi; Üç unsur ortaya çıkıyor, yurt-ülke- olarak belirli bir toprak parçası, bu topraklar üzerinde yaşayan bir toplum ve bu toplumunun kurduğu bir egemenlik…

1982 Anayasamız da: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”. Der.

***

Şimdi biraz da sorular sorarak “devlet kavramını” sorgulayalım…

İnsanoğlu’nun devlet kurma düşüncesinin temeli nelere dayanıyordu. İnsanlar devlet kurmadan da birlikte yaşayabiliyorlar mıydı? Devlet kurmak bir zorunluluktan mı doğmuştur?

İnsanoğlu’nun ilk defa ne zaman devlet kurduğuna dair kesin bir bilgiye sahip miyiz? Günümüzde devletsiz toplumlar var mıdır? Günümüzde “devlet” anlayışına karşı çıkarak devletsizliği savunan görüşler de var mıdır? Devlet, kutsal bir yapı mıdır? Sultanlıklar, krallıklar, tiranlıklar, diktatörlükler, şeriat hükümetleri kutsallığı ve korkuyu kullanan birer devlet şekilleri değil midir?

Buna benzer daha birçok soruyu arka arkaya sıralayabiliriz…

Biz de bu sorularla birlikte “siyaset felsefesinin” içine de girmiş oluyoruz.

***

Ha, bu arada niçin “Anarşizm ve Devlet” başlığını kullandığıma bir açıklama getirerek yazıma devam etmek istiyorum…

Anarşizm de bir siyasi akım olarak; Devlete yönelik önemli bir görüşe sahiptir.

Anarşizm: Devletsiz bir toplum düzeninin var olabileceğini savunur ve devletin özü bakımından kötü olduğunu düşünür. Kısaca anarşizmin devleti olmaz. Anarşizmin belli başlı savunucuları Bakunin, Kropotkin, Godwin, Goldman ve Stirner sayılabilir…

***

Siyaset bilimi mevcut olgularla ve süreçlerle ilgilenirken; siyaset felsefesi olanları eleştirir ve sorgular. Siyaset Felsefesi, olması gerekenleri ortaya koyar ve siyaset bilimine de yol gösterir…

Siyaset Felsefesi sorgulamaya; Devlet nedir ve niçin vardır diye başlar. Bu bağlamda siyaset felsefesi etiğin ilkeleriyle de sıkı sıkıya bir ilişki içinde olur. Devleti temel bir kavram olarak ele alırken özgürlük, egemenlik, mülkiyet, hak, hukuk ve adalet gibi kavramları da devlete bağlı olarak sorgular…

***

Devletin varlığının ilk temeli, insanoğlunun barış içinde, özgürce, adalet ve kendini korumaya yönelik bir güven içinde birlikte yaşama düşüncesine ve isteğine mi dayanıyordu?

Felsefeciler, felsefe tarihçileri, siyaset felsefecileri, insanoğlunu devlet kurmaya yönelten düşünceleri, süreçleri hep sorgulaya gelmişlerdir…

Felsefecilerin de; insanoğlunun doğa durumundan, bir toplum sözleşmesiyle “Devlet” kurmaya yöneldikleri yönünde önemli bir varsayımları vardır. T. Hobbes, J. Locke, J.J Rouseau bu kuramın-varsayımın- savunucuları olmuşlardır…

T.Hobbes(1588–1679), doğa durumunu şöyle açıklar: “Her insanın doğadan aldığı hakla her şey üzerinde bir hakkı vardır. Doğa durumu, hiçbir üst yetkenin ve doğa yasalarının dışında bir yasanın bulunmadığı, mutlak özgürlüğün ve mutlak eşitliğin geçerli olduğu bir savaş durumudur”... Kısacası herkesin her şeyde hakkının olduğu bir durumdur…

İnsanlar doğa durumundayken ve T. Hobbes’in deyişiyle de herkesin herkese karşı savaşı varken; düşünmüşler, taşınmışlar, bu savaş halinin böyle devam etmemesini istemişler…

Sonra ne mi yapmışlar… “Barışa kavuşmak için barışı ara demişler”… Toplumsal bir düzene geçmek için, kendi aralarında bir toplum sözleşmesi yapmışlar… Bu sözleşmeyle de “Devlet” kurmanın temelini atmışlar… Bir varlık olarak “devlete” de demişler ki: Bak, “kendi aramızdaki savaşlardan-doğa durumundan- vazgeçiyoruz, bizi barış, kardeşlik, dostluk içinde eşit hak, özgürlük, adalet ve güvenlik içinde yönet” demişler… Devlet de: Tamam kendi iradenizle verdiğiniz bu yetkiyle, sizleri birbirinizle savaş durumundan kurtaracağım, güvenliğinizi sağlayacağım, koyduğum yasalarla hepinize eşit ve adaletli davranacağım. Yasalarımı, sizin bana verdiğiniz yetkiyle yapacağım ve herkese eşit uygulayacağım… Yasalara uymayanları da cezalandıracağım demiş ve böylece devlet kurulmuş.

***

Ne yazık ki toplum sözleşmesiyle yönetimi ele geçiren devlet, tarihsel süreçler içinde sözünde durmamış, despotlaşmış, krallaşmış, tanrılaşmış, sultanlaşmış, padişahlaşmış ve insanlığın canına okur olmuş

***

Devlet, insanların mutluluğu için var olmalı. Mutluluğun yolu da özgür düşünmeden, eşit haklara sahip vatandaş olmaktan, kendini güvende hissetmekten, kendini geliştirecek olanaklara sahip olmaktan geçer…

İnsanoğlu, kendisinin korunması, yüceltilmesi, aç açık bırakılmaması, bu dünyada onurlu bir şekilde yaşaması, üretmesi, eğlenmesi, bilime sanata yönelmesi için devlete verdiği yetkinin karşılığını istemekte elbette haklıdır… Devletler, verilen bu yetkinin neresindedir…

***

Önümüzde bir seçim var. Devletin bizi insanca yaşatması için ona siyaseti partiler aracılığıyla irademizle bir yetki vereceğiz… Anahtar bizim elimizde gibi gözükmektedir. Yaşadığımız süreçte bize kazık atanlara, irademizi kötüye kullanarak, özgür düşüncelerimize engel koyanlara, emeğimizin sömürülmesine katkı sunanlara bu seçimde hayır diyecek miyiz? Sandığa giderken beynimiz özgür olacak mı, yoksa korkulara, belirsizliklere, beynimize ekilmiş kalıplara, algı operasyonlarına esir mi olacağız…

***

Devlet insan için var olmalıdır. Siyasi partiler aracılığıyla hükümetlere verdiği irade; İnsana kötülük yapıyor, özgürlükleri kısıtlıyorsa, aç, susuz, çaresiz, bırakıyorsa, sizi yamyamların önüne atıyorsa; bu durumda devletin varlığı da sorgulanır hale geliyor…

Devlet mi demiştiniz…