Egemenlik, İktidar ve Güvenlik Paradigmaları Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme

Güvenlik, modern yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olarak sunulsa da özünde oldukça göreli ve ideolojik bir kavramdır. Bu bağlamda sorulması gereken temel soru şudur: Güvenlik kimin içindir ve kimden korunmak amaçlanır?

Halkın Güvenliği mi, Egemenlerin mi?

Toplumun geniş kesimleri, "güvenlik" kavramını genellikle kendi yaşamlarının korunmasıyla özdeşleştirir. Ancak bu algı, halkın iktidarda olduğu demokratik bir düzende anlam kazanabilir. Mevcut iktidar ilişkileri içinde ise güvenlik, çoğunlukla varsıl sınıfların ve onların sahip oldukları varlıkların korunması anlamına gelir. Bu durumda güvenlik, halkın değil, egemenlerin çıkarlarını koruyan bir araç haline gelir. Demokratiklikten uzaklaştıkça güvenliği öncelikli olanların sayısı azalır(!)

Machiavelli’nin siyaset kuramında da görüldüğü üzere, devlet güvenliği ve çıkar ilişkisi toplumun ve ordunun siyasetle olan bağını belirler. İç güvenlik politikaları, halkı korumaktan ziyade egemenleri halktan korumayı hedefler. Dış tehdit algısı oluştuğunda ise, halkın eli silah tutan kesimi cepheye sürülerek egemenlerin çıkarları "vatan savunması" kisvesi altında meşrulaştırılır. Bu noktada ülke çıkarları ile egemenlerin çıkarları bilinçli bir şekilde örtüştürülür; "söz konusu vatan ise gerisi teferruattır" söylemi bu ideolojik örtüşmenin en çarpıcı örneklerinden biridir.

Güvenlik Sistemlerinin İdeolojik Yapısı

Kapitalist ve emperyalist sistemler, güvenlik kavramını güçlü olanların lehine yapılandırır. Bu sistemler, tüm kurumlarıyla birlikte güvenliği bir ideolojik aygıt olarak kullanır ve toplumun bu anlayışı içselleştirmesini sağlar. Devletin ideolojik aygıtları; medya, eğitim, hukuk ve bürokrasi bu düşünceyi pekiştirmekle görevlidir.

Güvenlik güçlerinin yapılanmasında da benzer bir yaklaşım görülür. Öncelik, varlıkların ve dolayısıyla varlık sahiplerinin korunmasıdır. En güçlü güvenlik önlemleri, en güçlü olanlar için tasarlanır. Ordular da bu bağlamda, nihai olarak egemen sınıfların hizmetindedir. Tarihsel ve güncel örnekler, orduların halkın değil, iktidarın çıkarlarını koruduğunu açıkça göstermektedir.

Güvenlik kavramı tarihsel süreçte farklı dönemlerde farklı biçimlerde tanımlanmış ve dönüşüme uğramıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde, güvenlik artık sadece askeri tehditlerle değil, ekonomik, çevresel ve toplumsal risklerle de ilişkilendirilmiştir. Ancak bu genişleme, yine egemenlerin çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir. Özellikle ülke çıkarı ile egemenlerin çıkarı konusunda kafa karışıklığı yaratılmaktadır.

Doğanın ve Toplumun Gerçek Güvenliği

Bu noktada şu soruyu sormak kaçınılmazdır: Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, madenleri, ormanları, dereleri, gölleri ve denizleri; yani doğayı ve çevreyi korumak isteyenlerin karşısında kimlerin güvenliği, kime karşı savunulmaktadır?

Doğayı savunanlar, çoğu zaman "güvenlik" gerekçesiyle bastırılır, kriminalize edilir. Bu durum, güvenliğin yalnızca egemenlerin çıkarlarını koruyan bir araç olduğunu bir kez daha gözler önüne serer. Gerçek güvenlik, toplumun ve doğanın bütünsel refahını gözeten bir anlayışla mümkün olabilir. Aksi takdirde güvenlik, yalnızca iktidarın ve sermayenin tahkimatına dönüşür, sistemlerin payandası olarak işlevini sürdürür. Varlık zincirini gözetmeyen bir güvenlik sadece özel, kimi zamanda kişisel olabilir. Oysa temel sorun varlıkdaşların birlikteliğini gözetmektir, yaşamın bütünselliğini yaşama geçirmektir!...