Ukrayna ve Rusya savaş halinde ve binlerce insan bu savaşta öldü ve ölmeye de devam ediyor… Binlerce insan aç sefil olarak yerinden yurdundan oluyor...
Savaş filmlerini ve dizilerini sevmem ama Vikingler dizisini sonuna kadar izledim. İnsan öldürmenin ve savaşın da kutsandığı Vikingler’de, önce kendi aralarındaki devamlı savaş hali; daha sonraları da Paganlar(-totem- din anlayışı) ile Hıristiyanlar arasındaki savaşlara dönüşmüş. Savaşlar her ne kadar dinsel amaçlarlarla yapılıyor gibi gözüküyorsa da asıl amaç yağmalama, hükmetme ve güç gösterisinden başka bir şey değil…
Dinler de savaşın teşvikçisi durumunda… Haçlı seferlerinin, İslam fetihlerinin temeli savaşlara ve dolayısıyla öldürmeye dayanıyor… Düşünün ki dinler savaşı farz kılıyor… Savaş ekonomi, ganimet, yağmala zengin olmanın da bir yolu olarak görülüyor. Düşünün ki; Makedon Kralı Büyük İskender, yüzbinlerce insanı kılıçtan geçirerek Hindistan’a ulaşıyor… İslam fetihçileri de büyük çoğunluğu Türk olmak üzere Ortaasya’daki insanları katlederek Afganistan’a kadar ulaşıyorlar… İslamı yaymak ve özellikle de ganimetler elde etmek için İspanya’ya kadar insanları kılıçtan geçirerek ulaşıyorlar… İslam Fetihçileri bu katliamların ve yağmaların dayanağını İslam dininden aldıkları inançla yapıyorlar… Türkleri katliamlara uğratan İslam Fetihçisi Arap Kuteybe ise bizim tarih kitaplarımızda bir kahraman olarak okutularak onurlandırılıyor!…
Gördüğünüz gibi Adem- Hava mitolojisinde de Habil- Kabil kardeşi ile başlayan özelliklede din amaçlı kan dökme anlayışı günümüzde de şekil ve amaç değiştirerek devam ediyor…
***
İnsanoğlu, varoluşundan beri hep varlığını sorguluyor. İlk neden, ilk hareket ettiricinin ne olduğunu hep merak ediyor. Bu yöndeki dinsel yaradılış mitlerinin etkisinde kalmadan; bulduğu özgür ortamlarda; İlk insan oluşumunu, doğasını, sorguluyor ve sorgulamaya da devam ediyor… Her ne kadar insanoğlunun aklının sınırları genişledikçe dinlerin alanları daralsa da insanoğlu yinede bu yönde kendisinin bir çıkmazın içinde olduğunu hissediyor… İnsanoğlunun bu çaresizliğini dinler çözmeye çalışmış asırlardır…Bu yönde İnsanoğlu’nun varoluşundan bu yana en az 40bin dini eskittiği ve eskitmeye de devam ettiği biliniyor…
***
İnsanoğlu, bedensel –fiziksel- bir evrim yaşıyor olmasının yanında düşünsel bir evrimi de yaşıyor… Fiziksel ve düşünsel evrimin yönü hep ileriye yöneliktir. Evrim karşıtlarının en büyük yanılgısı evrim olayının dünden bugüne hemen oluştuğu yanılgısıdır. Evrim, kendi yaşadığımız süreç içinde kolay kolay algılayamayacağımız bir süreçtir. Binlerce, Onbinlerce, yüzbinlerce yıllık süreçlerde ancak belirginleşebilir. Evrim konusunda incelemeler yapanlar zaten binlerce yıl önceki kültürel kalıntılardan ve fosillerden yararlanıyorlar…
***
İnsanoğlunun sosyalleşme sürecinin de bir evrimleşmeyi gerektirdiği ve günümüzde de bu sosyal evrimleşmenin içinde olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Binlerce, onbinlerce yıl sonraki insanların sosyal ilişkileri ne olur, bunu tahmin edebilmek o kadar kolay değildir…
İnsanoğlu’nun doğası gereği ve akıllı olması nedeniyle iyi olduğunu ileri süren görüşlerin yanında Thomas Hobbes’in (1588-1679) düşündüğü gibi, insanın doğa durumunda olduğu, gücü yeten gücü yetene anlayışı gereği kötü olduğunu yani “insan insanın kurdudur” anlayışında olanlar da vardır…
Öyle ya, T.Hobbes insan insanın kurdudur demekle ne demek istemiştir. Şöyle bir düşünelim ülkemizde yasalar olmasa, her insan kendi başına buyruk olsa ne olur… Ne mi olur, gücü yeten, gücü yetene olur. Gerçi bugün, demokrasiyle yönetildiği söylenen bazı ülkelerde olduğu gibi güçlü olanlar hep haklı olurlar ve halk da köle olur onların gözünde…
Bugün insanlar birbirine kıyıyor, birbirlerini öldürmek için son teknoloji silahlar üretiyorsa, insanlar birbirinin kurdu olmaya devam ettiği gerçeği de ortaya çıkıyor…
***
İlk devlet kurma oluşumun temel felsefesi, insanoğlunun kendini koruma refleksidir. Bir toplum sözleşmesiyle kendini tehlikelere, haksızlıklara karşı koruması için iradesini devlet kurumuna vermiştir. İnsanoğlunun iradesiyle oluşan Devlet olgusu ne yazık ki süreç içinde despotlaşmış, diktatörleşmiş yine zarar gören insanoğlu olmuş. İnsan insanın kurdu olmaya devam etmiş. Yasaları yapanlar da, yasaları hep kendi çıkarları doğrultusunda yapıyorsa, yine toplumsal sözleşmeye aykırı olarak ezilen yine insanlar olmuyor mu? Tarih boyunca yaşadığımız katliam derecesindeki savaşları yine insanoğlu yapmadı mı? Ölen de öldüren insan değil mi? İnsanoğlu doğası gereği iyiyse, insanoğlunu kötüye yönelten nedir? Asıl sorgulanması gereken belki de iyi nedir, kötü nedir olmalıdır. Belki de bu durumlarda devreye insanoğlunun fizyolojik ihtiyaçları, refleksleri, korkuları, tepkileri, kendini koruma içgüdüleri giriyor ve aklı devreden çıkıyor. Eğitim nasıl, ne şekilde tüm bunları değiştirebilir. İşte tartışılması gereken en önemli konuda budur…
***
Şimdi siz bu tartışmanın neresindesiniz. İnsan doğası gereği iyi midir? Yoksa kötü müdür? Ya da hem iyi hem de kötü müdür? İnsanoğlu, aklını iyi şeylere kullandığı kadar, kötü şeylere de kullanan bir canlı mıdır? Dinler de insanoğlu’nun aklının bir ürünü müdür?
Savaşı kutsayan ve bu yöndeki inançların uygulayıcısı olarak insanoğlu’nun beyin uyuşukluğu devam mı ediyor…
Gördüğünüz gibi hep soruyoruz… Sizler de sorun ve sorgulayın…
Savaşa Hayır… Barış koyun çocukların adını…